Monday, April 26, 2010

Üniversitelerin Gelişmeye Katkısı


Bir haftadır Avrupa’daki üniversiteleri araştırıyorum. Gelişmi Avrupa üniversitelerindeki okulların kuruluş yılları 1500’lü yıllar, 1600’lü yıllar iken ortalama ülkelerdeki üniversitelerin kuruluş zamanları 100 seneyi geçmiyor. Hatta çoğu daha yakın zamanlarda kurulmuş. Ve gelişmiş avrupa ülkelerinin üniversitelerine giriş koşulları, az gelişmiş ülkelerdekilere göre çok daha zor.
Bir ülkenin gelişmişliği ile üniversiteleri arasındaki doğru orantıyı gayet net bir şekilde gördüğümü ifade etmek istedim. Isveç, Norveç, Almanya gibi ülkelerin üniversitelerine girmek için en önemli kriter ingilizce bilgisi. Bu yazıyı okuyan herkese önerim:
1- İngilizce bilginizi olabildiğince ilerletin.
2- Üniversitede ya da lisede hatta ilköğretimde okuyan yakınlarınız için en çok ingilizce çalıştırın.
Çünkü pek de iyi olmayan eğitim sistemimizde birçok ders ile uğraşmak tamamen zaman kayıbı. Derslerinden yüksek notlar alan birçok kişi, bu yüksek notların hiçbir işe yaramadığının farkına vardığı zaman can sıkıntısı yaşayabiliyor. İyi bir ingilizce ile iyi bir avrupa ülkesinde burslu okumak mümkün.

Monday, April 19, 2010

Afrika Kültürü


Etyopya’yı, Sudan’ı nasıl bilirsiniz?
İlk aklınıza gelen zayıf, aç çocuklar mı oldu? Çok normal. Belgesellerde, haberlerde hep bunlarla karşılaşıyoruz. Bu akşamki belgeseli izleyene kadar ben de böyle düşünüyordum.

Trt 1’de Pazartesi akşamları saat 20:00’da iki haftadır belgesel seyrediyorum. Prime time. Birçok kişinin izlediği dizileri var. Saygıyla karşılamak lazım. Zihinlerini senaristlerin hiçbir amaca hizmet etmeyen boş senaryolarının ürünleri olan diziler ile doldurmak isteyenler de var tabi! Neyse konumuz bu değil. Sadede geleyim...

Belgeselde Nil nehri anlatılıyor. Bu haftaki konusu Nil nehrinin Antik Mısır’a hayat vermesine sebep olan ve her sene tekrarlanan büyük taşkın olayının arkası anlatılıyordu. Her sene kurak geçen bir dönemden sonra Nil vadisini su basıyor ve Mısır’a hayat getiriyordu. Nehir, beraberinde 140 milyon ton verimli toprak da taşıyordu. Halk bu suyun tanrıların armağanı olduğuna inanıyordu. Suyun kaynağını hiç öğrenemediler.

Bu haftaki belgeselde nehrin yukarısına, 4.000 km boyunca suyun kaynağına doğru yol aldılar. Bir yerde iki nehir birleşiyor. Birisi Beyaz Nil, diğeri Mavi Nil. Bu iki nehrin birleştiği yer Sudan’ın başkenti Hartum. 100’den fazla dilin konuşulduğu, 600 farklı kabilenin yaşadığı bir yer. Afrika’nın medeniyetler beşiği olarak anılıyormuş. Tamam yine ilkel bir yaşam sürüyorlar ilk bakışta ama Avatar’ı da izlerken dünyalılar, Pandora halkından ilkel diye bahsediyordu!

Önce Beyaz Nil’in kaynağına gidildi. Nehrin kaynağı, adına Sud (büyük engel) denen dünyanın en büyük bataklık alanı. Muazzem miktarda canlı çeşitliliği var. Bataklığın içindeki papirüs adacıkları habire yer değiştiriyor. Bu da su yollarının sürekli değişim göstermesine sebep oluyor. Papirüs adacıkları, papirüslerin köklerinin hareketi ile yer değiştiriyor. Bu bölgede yaşana 1 milyon civarında insan var. Sud bataklığı, yağmur mevsiminde, kurak mevsime göre kapladığı alanın 2 katına kadar büyüdüğü için burada yaşayan halk sürekli göçebe. Bu nedenle gelişememişler. Geçimlerini besledikleri ineklerden sağlıyorlar. İnekler onlara temel besin kaynakları olan süt ve kan sağlıyor! Evet bu insanların temel besin baynağı bu ikisi.
Yine Sud bölgesinde beyaz antilop diye bir tür yaşıyor. Kilometrekareye 1.000 adetten daha fazla sayıda antilop düşüyor. Büyük bir besin kanyağı. Sud bataklığı yağmurlarla beraber genişlediği zaman bu antiloplar da binlerce kilometre göç ediyorlar. Sular çekildiğinde tekrar geri dönüyorlar ve yeniden yeşeren geniş otlak alanlar sayesinde beslenebiliyorlar. Kısacası Sudan toplarkları çok zengin sulak araziler. Zihnimizdeki susuz, kurak araziler değiller.

Ancak Beyaz Nil’deki bu zengin su, Mısır’a taşınmıyor. Sud bataklığında kalıyor.

Gelelim Mavi Nil’e.

Mavi Nil’in yukarılarina gidildikçe kurak mevsimde su iyice cılızlaşıyor. Etyopya dağlarına gelindiğinde su sadece bölgede yaşayan canlıların su ihtiyacını zar zor karşılayacak kadar cılız bir hale gelmiş oluyor. Dağların yukarılarına çıkıldıkça 1800 metre rakımda Tana Gölü görülüyor. Bu gölün Mısır’da taşkın’a sebep olan o kadar çok suyun kaynağı olabileceği ihtimali insana gülünç geliyor...

Haziran ayında yağmurlar başlıyor. 3 ay buyunca yağış alan bölge tam bir tarım cenneti. Belgeseldeki o kareleri gördüğüm zaman gidip oralarda turistik gezi yapasım geldi. Avrupa’da Norveç gibi ülkelerin yeşilliği nasıl cennet gibi geliyorsa işte Afrika’nın ortasında, iç savaşlardan düzene girmeyen Etyopya da böyle bir yer. Tam bir tarım cenneti. Zaten geniş tarım arazileri var. Aynı zamanda Etyopya dağları için Afrika’nın su kaynakları deniyor.

3 ay boyunca yağan yağmurlar toprağa iyice işliyor. Gece sıcaklık, toprağa işleyen suyu donduracak kadar düşüyor. Volkanik dağlar, buz nedeni ile genleşerek parçalanıyor. Gündüz buzlar eriyor ve parçalanmış toprak yüzeyde kalıyor. Topraklar, dağlar suya doyup suyu ememez hale gelince, Tana gölü taşınca su akışı başlıyor mavi nil’e kurak zamana göre 50 kat daha fazla su akıyor. Antik Mısır’a hayat veren büyük taşkın barşlıyor. Su ile beraber verimli Volkanik dağlardan parçalanan yüzeydeki verimli 140 ton toprak da Mısır’a doğru taşınıyor.

İşte böyle hayat veriyor Kutsal Nil, AntikMısır’a.

Bu yazıyı yazarken Etyopya hakkında internette birkaç sayfaya daha bakarak birkaç satır okudum. İç savaşlar 1980’de başlamış. Ülkedeki siyasi durumlar o zamandan beri düzelmedi zaten. Amerika da sürekli yardım ediyormuş Etyopya’ya! Yardımın ne şekilde olduğu her halinden anlaşılıyor. Bir şekilde 30 senedir ülkenin kendini toparlayamaması için bilinçli olarak çaba harcadıklar konusunda bahse girebilirim. Çok akıllı insanlar bu Amerikalılar. Hayran olmamak mümkün değil. Orada da bir üs alanı belirlemişler kendilerine. Afrika’nın en sulak alanı. Tarıma en elverişli yeri. Her kıtada bir yer bulmuşlar. Ne diyim. Yemeyenin malını yerler. Onların yaptığı da sadece bundan ibaret.

Etyopya hakkında okuduğum yazılardan birisinin içindeki bir bilgiye de yer vereyim. Bir de inanılmaz güzel bir mutfak kültürleri varmış. Çok az malzemeye rağmen çok güzel, lezzetli yemekler yapabiliyorlar. Zaten medeniyetin ilk doğduyu yer olduğunu iddia edenler varmış. Zira en eski insan kemikleri Etyopya’da bulunmuş.

Orta okul ve lise Din Kültürü derslerinde İslamiyet tarihi ile ilgili bilgiler verilirken Habeşistan diye bir yerin adını duyarız. Merak etmişimdir neresidir diye. Günümüzün Etyopyası işte. İslamiyetin ilk doğduyu yerlerden birisi Habeşistan, şimdiki Etyopya. İlginç değil mi? Hiçbir okul kitabında, ders kitabında bu bilgiye rastlamamış olmam da ilginç. Belki de rastlamışımdır da hatırlamıyorumdur...

Konuyu fazla dağıtmadan yazıma son veriyorum.

İlgi ve alakanız için teşekkür ederim.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ.