Tuesday, December 21, 2010

Sırlarla Dolu Büyük Usta - Barış Manço - Halil İbrahim Sofrası


2005'ten beri yazmak istiyordum bu şarkı ile ilgili. Barış Manço şarkılarının altında derin anlamlar yattığını ilk defa bu parçada farketmiştim. Buyurun...

http://www.youtube.com/watch?v=Tvsi2ghrZz0

İnsanoğlu haddin bilir kem söz söylemez iken: İnsanoğlu haddini bil, kem söz söyleme
El âlemin namusuna yan gözle bakmaz iken: El âlemin namusuna yan gözle bakma. Eşi olan birisinden uzak dur! Burada namus dendiği zaman akla illaki cinsellik ile ilgili konular gelmemeli. Başkasının mal varlığına göz dikmek de dahildir buna.
Bir sofra kurulmuş ki Halil İbrahim adına: Böyle davranırsan birlik olursunuz. Aynı sofrada yemek yiyen insanlar gibi yakın olursunuz. Bereket sizinle olur. Nimetler size gelir.
Ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok: ortadaki tencere, birlik olan, aynı sofrada yemek yercesine beraber olan insanların karşılaştığı bir olayı, bir olguyu temsil ediyor olsa gerek.
Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim Sofrasına: insanları birlik olmaya davet ediyor.

Daha çatal bıçak kaşık icat edilmemişken
İsmail‘e inen koç kurban edilmemişken: Eski zamanlardan beri insanlar arasında nasip, kısmet uğruna bir kavga sürer gider. Bu çok önceki zamanlarda da vardı.
Bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna
Kapağı ver kulbu al: insanlar sadece o anda ortada olanı paylaşmak için uğraşırlar.
Kurbanı hiç soran yok: paylaşılan şeylerin arkasındaki değerleri sorgulamazlar.

Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim Sofrasına

Yıllardır sürüp giden bir pay alma çabası: insanlar arasındaki bu kavga yıllardır sürer gider.
Topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası: aslında bilmezler ki bütün çabaları karınlarını doyurma çabasından ibarettir.
Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna: bu olanlardan açınacak dersler vardır.
Kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok: kimi insanların ihtiyaçlarından çok daha fazlası varken kimileri ancak varlıklarını sürdürebilmek için gerekenlere sahip olma çabasında.

Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim Sofrasına

Alnı açık gözü toklar buyursunlar bas köseye: toplumdan gizlisi saklısı olmayanlar, aç gözlü olmayanlar, insanların birlik olduğu ortamlarda o insanların başında olacaklardır.
Kula kulluk edenlerse ömür boyu tas köseye: sadece belli bir insana hizmet edip toplumsal amaçların olmazsa; kendi amaçlarınla toplumlara hizmet etmek için çalışmazsan ömür boyu taş döşemek kadar ağır işlerle uğraşırsın da iki yakan bir araya gelmez.
Nefsine hâkim olursan kurulursun tahtına: Nefsine hâkim ol. Canının istediğini yapma. Yapman gerekeni yap. Bu şekilde içinde bulunduğu toplumda önemli bir konuma gelirsin.
Çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına: Hayatta karşına ne çıkarsa ona göre davranırsan, kendi hayatın ile ilgili hiçbir iradenin olmadığına inanırsın.
Halat gibi bileğiyle yayla gibi yüreğiyle: Kendi iş yapma gücüne güven. Gönlünü ferah tut.
Çoluk çocuk geçindirip haram nedir bilmeyenler: Helal kazandığınla aileni geçindir. Ailen, çocukların olsun.
Buyurun sizde buyurun buyurun dostlar buyurun

Bütün büyük ustalar, ozanlar ve çelebiler gibi Barış Manço, şarkılarının sonuna gelirken kendi adını kullanır. Ya da kendi kastederek bir şeyler ekler şarkıya. Burada adını kullanarak devam ediyor.

Barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa: Çok mal varlığın olsa da.
Dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa: Etrafında bir sürü yalaka, senin üstünden geçinen insan olsa da ve sana büyük bir saygı ile davranıyor olsalar da
Sapa kulba kapağa itibar etme dostum: Görünüşe aldanma.
İçi bos tencerenin bu sofrada yeri yok: Birlikte hareket eden insanların karşısına çıkan olguların ve durumların bir amaca hizmet etmiyor olması mümkün değildir.
Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum: Dünyada kazanabileceğin ve insanlar arasında değerli kabul edilen para, şan şöhret gibi kavramlar seni amaçlarından saptırmasın.
İçi bos insanların bu dünyada yeri yok: Amacı olmayan, dünya düzenini anlamayan insanların bu dünyada yeri yok.

Klibin 4:00 dakikasında büyük ustanın boş tencereye ne yaptığına bakın. Cehalete, içi boş insan kavramına ne kadar kızdığını anlayabilirsiniz…

Saturday, December 11, 2010

Soru Sormak



ALMAK İSTEDİĞİNİZ CEVABA GÖRE SORU SORMA TEKNİĞİ

İki arkadaş, sıgara içerken incil okunup okunmayacağı konusunda tartışmaya başlamışlar. Sonuç alamayınca Papa'ya sorup izin almaya karar vermişler.

İkiside Papa'nın yanına gidip sırayla sormuşlar.

- Papa Hazretleri, ben incil okurken canım sıgara içmek istiyor.İçebilir miyim?

Papa'nın cevabı: "Oğlum İncil okunurken tanrıyla ilgilenmen lazım."

Tanrıyla ilgilenirkende dikkatin dağılmaması lazım. O nedenle, incil okurken sıgara içilmez.

İzin alanın sorduğu soru ise;

- Papa hazretleri, sıgara içerken canım incil okumak isterse okuyabilir miyim?

Papanın cevabı; "Oğlum, her nerede ve ne koşulda olursan ol incil okuma isteği duyarsan okuyabilirsin."

İşte, almak istediğiniz cevaba ve onaya göre soru sorma teknikleri.

Monday, November 15, 2010

Sırlarla Dolu Büyük Usta - Barış Manço - Ahmet Bey'in Ceketi



Bu yorumu 2006 yılında yazmıştım.

Ahmet Bey'in Ceketi

Barış Manço’nun Ahmet beyin ceketi parçasındaki “herkes gömlek giyerken Ahmet ceket giyerdi” cümlesi çok manalı. Ceket ağırdır. Fiziksel olarak gömleğe göre daha ağırdır. Barış Manço aslında burada sorumluluktan da bahsediyor. Herkes gömlek giyerdi derken hayatta az sorumluluk almaktan bahsediyor. Kul Ahmet’in ceket giymesi de hayatta daha fazla sorumluluk alması gibi bir anlama geliyor olabilir. Erken kalkıp giydiği ceketin yani üstüne aldığı daha fazla miktardaki sorumluluğu yerine getirmek için gerekeni yapıyor.

Bu şarkı bu kadar basit olamazdı. Her şarksında çok derin anlamlar var. O sadece basit bir sanatçı değil. Şarkılarının tamamı mesajlar içeriyor.

Kul Ahmet’in ceketinin konu komşuya dert olması ise tamamen çekememezliği ifade ediyor. Başarıyı çekemeyenlerin bunu kendine dert etmesi. Herkesin gömlek giymesinden kastı herkesin hayatını üzerine sorumluluklar almadan geçiriyor olması.

Bu deyim halk arasında da vardır. Bir sorumluluk almayı ifade etmek için “bir şey şapkasını takmak” yada “ bir şey gömleğini giymek ” tabirleri kullanılır. Barış Manço da bu parçasında sorumluluk alarak gereklerini yerine getirmek ve hayatta başarılı olmakla alakalı mesajlar veriyor.

Şarkının sonundaki ceket ile cenazeyi eşleştirmesi dünyada kazanılan dünya malının dünyaya hizmet için kullanılması gerektiğine dair bir mesaj niteliğinde. “Meğerse tüm keramet ceketteymiş be Ahmet” derken de dünya üzerinde saygınlık kazanmanın ölçülerinden birisinin dünyevi varlığa sahip olmak gerekliliği olduğunu ifade ediyor. “Barış’a sorar isen sen bu yolda devam et” derken “doğru bildiğin yoldan şaşma” diyor aslında.

Hazırladığı klipte hep doğal yaşantısı içindeki insanları kullanmış. Pazarda alışveriş yapan yada bir şeylerle uğraşan insanlar. Yada hiçbirşey yapmadan kahvede oturanları kullanmış. Rol yapanlar yok. Herkes kendi halinde. Nasipten-kısmetten bahsediyor.

Onun yapabildiği kadar geniş bilinçli insan kitlelerini coşturabilen birisini daha bilmiyorum. Teknolojinin, bilimselliğin simgesi olan Japon’ları hop hop hoplatan, onların düşkünlük derecesinde hayranlığını kazanan Barış Manço, bu başarısı ile Geo Dergisinin 2007 yılı sayılarından birisinde uzunca bahsedilen Bilgelik yazısındaki tanımlara birebir uyuyor. İnsanlar tarafından beğenilmek, bilgelerin en kolay fark edilir özelliklerinden birisidir. TRT Tarafından kendisi için hazırlanan belgeselde diyor ki “ben şarkılarımın hemen hepsini yollarda yazarım”. Demek ki onun ilhamı yollarda geliyor. Araba kullanırken, otobüste yada trende şarkı yazarmış. Bunun anlamı bence şudur ki, aklınıza bir şeyler gelmesini istiyorsanız yolculuğa çıkın. Mekan değiştirin. Mekan değiştirirken aklınıza muhakkak yeni fikirler gelecektir. Aklınıza gelenleri de yazın. Aklınıza bir şeyler gelmesinin en etkili yöntemi seyahat etmek, yolculuklar yapmak belki de.

Farklıydı. Kendisi için yapılan belgeselde de ifade edildiği gibi çok geniş kitlelere hitab etmek için ya tüm kitleler kendilerinde ondan bir parça bulmalıydı yada tüm kitlelerin özenebileceği özellikleri kendisinde bulundurmalıydı. Sanıyorum O, tüm kitlelerin özendiği özellikleri kendisinde barındırdı. Aynı zamanda birçok dil konuşarak kitlelerin özelliklerini kendisinde topladı.

Bilimsel çalışıyormuş. 1962 senesinden beri gazete ve dergilerden oluşan bir müzik arşivi yapmış kendisine. Belgesel hazırlandığı zaman 60 cilt birikmiş. Kendi kendisine sağlam bir arşiv oluşturduğu kanısında. Sistematik ve disiplinli çalışıyor.

Kliplerine çok önem vermiş. Ahmet beyin ceketi parçası için 2 klip yapmış. İlk klip durumu anlatmaya pek yeterli değil. Bu nedenle aynı şarkı için tekrar klip çektirmiş. Sorarım bu zamanda hangi sanatçı aynı şarkı için 2 tane klip çektiriyor. O zamanlar daha mı kolaydı klip yapmak?

Sırlarla Dolu Büyük Usta - Barış Manço - Nane Limon Kabuğu



Bazen dinlerken Barış Manço'nun şarkıları daha bir başka anlamlı gelir. Bugün de böyle birşey oldu.
Dinle bakalım hak verir misin yoksa "işin mi yok reyhan" mı dersin :) 20. yy'ın Barış Çelebi'si...

http://www.youtube.com/watch?v=f8TZJHuNImc

Eski adamlar doğruyu söylemiş: Eski ulu bilgelerin sözlerine her zaman dikkat et. Doğru söylerler.
Bir çiçekle bahar olmaz: Bir başarı insanı büyük insan yapmaz.
Kişi kendini bilip sağa sola sormalı: Etrafının görüşlerini al
Can pazarı bu oyun olmaz: Hayat oyunu, dünya düzeni hassas dengeler üzerine kurulu. İyi oynayan kazanır.
Zürafanın düşkünü : Gözü yükseklerde.

beyaz giyer kış günü: Kış, sıkıntılı vakitler anlamında da kullanılır. Beyaz, saflık, temizlik, umut anlamında da kullanılır. Zordayken bile umutlu olmaktan vazgeçmemek ifadesi...
Sonunda şifayı kapıpta şaşırınca: Aklın karışırsa, işler içinden çıkmaz hal alırsa
Bana gel beni dinle iyi yaz: Gerektiği zaman bir bilene sormaktan çekinme
Defteri kalemi al iyi yaz: Başın derde girdiği zaman çözüm bulmak için yazarak çalış
Nane limon kabuğu: nane ve limon kabuğu gayet iyi seçilmiş iki sembol. Bitkisel tıpta sindirim sistemi ile ilgili tedavide kullanılıyor. Kaynamak: sindirmek, idrak etmek, anlamak manasında da kullanılır.

bir güzel kaynasın aman: Hani akıl imbiğinden geçirmek diye bir söz vardır. Mevcut verileri sentezlemek manasında. Bu cümle benim aklıma bunu getirdi nedense.
Ha ha ha ha ha içine hatmi çiçeği : Birçok faydasının yanında ciltteki yaralara iyi gelir. “Görüşünüşe dikkat et” mesajı içeriyor olabilir mi? Binlerce çeşit bitki varken neden hatmi çiçeğini seçti büyük usta?
biraz tere otu katasın aman: Birçok faydasının yanında afrodizyak etkisi de varmış. Büyük ustanın gençlik yıllarlında orkestradaki diğer arkadaşları ile beraber birazcık çapkın olduğunu bütün hayranları bilir. Başarı üzerinde olumlu etkisi var mıdır? Diğer bitkilerde ölçü bildirmezken bunda “biraz” demiş özellikle. Fazla kaçırmamalı. Zaten tere otu acı olduğundan fazlası mideye zarar verebilirmiş.
Ha ha ha ha ha hatta biraz tarçın : Tarçın, birçok faydasının hanında hafızayı da canlandırır. Hafızanı canlı tut mesajı veriliyor olabilir mi? Neden tarçın da başka bir şey değil?
bir tutam zencefil aman.
Ha ha ha ha ha bin derde deva geliyor: Bunları yapmak dertlerini gidermene yardımcı olur
biraz daha sabret güzelim: Sabırlı ol.
Ha ha ha ha ha hapşu
Çok yaşa
Sende gör
Rahat ve iyi yaşa

Sen tedbirini al önünü kış tut bırak yine de yaz gelsin: Olabildiğince tedbirli ol. Her zaman. Büyük ustanın biyografisini okursanız çalışırken ne kadar disiplinli ve planlı olduğunu görürsünüz. Çalışma arkadaşları öyle demiş. Önemli olaylar öncesinde son derece iyi hazırlık yaparmış.
Çoğu zaman hesap çarşıya uymaz sonra dizini döversin: Çoğunlukla işler planlandığı gibi gitmez. Zarar etmemek için olabildiğince tedbirli ol.
Zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü
Sonunda şifayı kapıpta şaşırınca
Bana gel beni dinle iyi yaz
Defteri kalemi al iyi yaz
Nane limon kabuğu bir güzel kaynasın aman
Ha ha ha ha ha içine hatmi çiçeği biraz tere otu katasın aman
Ha ha ha ha ha hatta biraz tarçın bir tutam zencefil aman
Ha ha ha ha ha bin derde deva geliyor biraz daha sabret güzelim
Ha ha ha ha ha hapşu
Çok yaşa
Sende gör
Rahat ve iyi yaşa

Barış iğneyi kendine batırır çuvaldızı başkasına: Önce kendini düşün. Kendin başarılı olursan, kendini kurtarırsan etrafına da faydalı olursun. 1960’ların sonları, 1970’li yılların başlarında konserlerde elde edilen paraların büyük kısmını kendisi alırmış. Orkestraya çok fazla para harcamazmış. Hatta orkestra arkadaşlarından birisi onun aldığı parayı öğrendiği zaman işten ayrılmış. Amma 1974 yılında büyük usta Belçika’da 6 ay çalışarak o zamana kadar kazandığı tüm para olan 2 milyon lirayı harcayarak en büyük şöhreti yakalamasını sağlayan albümü yapmış. 1976’da büyük ustanın albümü Avrupa, Afrika ve Orta doğuda satış rekorları kırar. Turnelere çıkarlar orkestrası ile beraber. Ve orkestra üyeleri o yıllarda dünyanın en çok kazanan orkestra üyeleri haline geliverirler…
Bol keseden aklı ona buna dağıtır darısı kendi başına: Tüm büyük ustalar gibi kendisi ile alay etmesini de bilmiş :)
Zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü
Sonunda şifayı kapıpta şaşırınca
Bana gel beni dinle iyi yaz
Defteri kalemi al iyi yaz
Nane limon kabuğu bir güzel kaynasın aman
Ha ha ha ha ha içine hatmi çiçeği biraz tere otu katasın aman
Ha ha ha ha ha hatta biraz tarçın bir tutam zencefil aman
Ha ha ha ha ha bin derde deva geliyor biraz daha sabret güzelim
Ha ha ha ha ha hapşu
Çok yaşa
Sende gör
Rahat ve iyi yaşa

Sunday, September 12, 2010

Referandum Sonucu

O kadar dedik oyunuz HAYIR'lı olsun diye. Olmadı!
"Bu kadar mı kör olunur" diyeceğim ama eğitime ihtiyacı olan halk ne yapsın? Kendilerini çok güzel kandırmışlar. Oy sonuçlarından o kadar güzel belli ki eğitime ihtiyacı olan halkın kandırıldığı. Eğitim seviyesi yüksek yerler ile düşük yerler arasındaki fark ne kadar da açık.

Bakalım daha neler göreceğiz Canım Türkiyem'de.

Wednesday, September 8, 2010

Yeni Anayasa Eleştirisi - Kadınlara pozitif ayrımcılık konusu


Yeni anayasada Türkiye Cumhuriyeti halkına yedirilmeye çalışılan bir maddeye dikkatinizi çekmek isterim.

Kadınlara pozitif ayrımcılık meseles.

Hem de yeni anayasanın faydalı diye ifade edilen maddelerinden birisidir bu konu. Kadınlara Pozitif ayrımcılık yapıldığı için yeni anayasa onaylanmalıdır öyle mi?

Kadınlar aciz midirler ki kendilerine erkekler tarafından pozitif ayrımcılık yapılsın?
Böyle bir ayrımcılığa ihtiyaç duyduklarına göre anayasayı hazırlayanların inanışları böyle. Kadınların aciz olduğunu düşünüyorlar ki onlara güya korumak adına pozitif ayrımcılık yapma eğilimindeler.

Eşitlik yeterlidir. Kanun önünde kadın-erkek ayrımı diye bir fark olamaz. Devlet yönetiminden bahsediyoruz. Eşitliği sağlayabildiniz mi ki pozitif ayrımcılığa gitme eğilimindesiniz. Tabii ki gerekli değildir böyle bir ayrımcılık.

Gel de bunu ne yazık ki ülkemizdeki eğitilmemiş insanlara anlat.

Yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün bir söylevini daha hatırlatmak isterim.

Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki, bir kitlenin br parçasını ilerletelim. Diğerini görmezlikten gelelim de kitlenin tümü ilerlemeye imkân bulabilsin? Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, ilerleme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenileşme sahasına birlikte kesin aşamlar yaptırmak lâzımdır. Böyle olursa inkılâp başarılı olur. Memnuniyetle görmekteyiz ki, bugünkü gidişimiz gerçek ihtiyaçlara yaklaşmaktadır. Her halde daha cesur olmak lüzumu açıktır. ( 1925 )

Diğer söylevlere buradan ulaşabilirsiniz.

Nereye Gidiyoruz ? Küçük Küçük...


Bugün pasaport ile ilgili işlem yaparken dikkaattimi çeken bir konuyu paylaşmak istedim.
Pasaport başvurusu yaparken kullanılan fotoğraflar başörtülü olabiliyormuş. Konu ile ilgili detaylı bilgiye e-pasaport sayfasından kırmızı renkli menüde Biyometrik Fotoğraf linkini tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Siyasi sembol olarak başörtüsü kullanılıyor diye bunu yazmak istedim. Mevcut hükümetin icraatlarından birisi daha. Yeni anayasa kabul edilirse böyle farkında olmadan o kadar çok yenilik (!!!) ile karşılaşacağız ki tahmin bile edemezsiniz.

Cumhuriyetin kurulduğu yılları hatırlatmak istedim. 25 Kasım 1925'te çıkarılan kanun ile dinsel niteliği olmayan çağdışı kıyafetler ile sokaklarda dolaşılması yasaklanmıştır. İnceliğe bakar mısınız? Sokaklarda dolaşılması yasaklanmış. Buna dikkat çekmek istiyorum "sokaklarda dolaşılması yasak". İsteyen ibadetini yaparken giysin kıyafetini. Buradan bu çıkarılamıyor mu? Çok net değil mi?

Kılık Kıyafet Kanunu ile kadınların çarşaf giymesi de yasaklanmıştır. Çarşaf cahilliktir.
3 Kasım 1934'te düzenlenen kıyafet kanunu ile cüppe ve sarık giymek yasaklanmıştır.

Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, ülkeyi kurduktan sonra çağdaşlaşma yolunda hızla ilerlerken her alanda doğru çalışmalar yaptığı gibi kılık-kıyafet ile ilgili de doğru çalışmalar yapmıştır.

Zihninde cumhuriyeti, çağdaşlığı kabul eden insanlar bunun gereği gibi yaşamayı ve giyinmeyi bilmelidir. Dış görünüş, insanın kişiliğini yansıtan en önemli unsurlardan birisidir.

Oysa günümüzde birçok çevre halen cumhuriyet öncesi dönemin yaşantısına dönmeye çalışmaktadır. Kullandıkları kıyafetler bunun önemli göstergelerinden birisi. Bir insanın fikri neyse zikri de odur.

Bugün etrafınızda ne kadar çok cüppeli ve çarşaflı insan gördüğünüzün farkında mısınız?

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ.

Friday, September 3, 2010

Emniyet'in Randevu ile Pasaport Uygulaması

Emniyet yeni bir uygulamaya başlamış. Pasaport başvuruları artık internetten yapılabiliyor. Ya da telefon ile çağrı merkezinden yapılıyor. 3 Eylül’de çağrı merkezine telefon ederek eski pasaportumu yenilemek üzere işlem yapmak için randevu almak istedim. En yakın boş tarih olarak 14 Eylül verdiler. 12 gün sonra.

Şaka gibi. Yahu bu ülkede işler bi yolunda gidemez mi? Kimse işini doğru düzgün yapmayacak mı?

Problem nerede? Bu ülkenin insanlarının zamanı neden bu kadar değersiz? Bir pasaport başvurusu için 12 gün sonrasına randevu mu verilir? İş gücünüz mü eksik? İşsizlik var bu ülkede. Yeterli sayıda personel istihdam edebilirsiniz. Bir sürü insan var bu işlerin yapıldığı ofislerde çalışmak isteyecek olan.

Yönetmek çok önemli bir konu. Bu ülke iyi yönetilmiyor diye düşünüyorum. Günlük hayatta gözüme batan o kadar çok olay var ki. Bunları da olabildiğince bloğumda yazmak istiyorum. Daha kısa kısa yazacağım ki insanlar okusunlar.

12 Eylül Referandum - Bir rezillik daha.

Din tüccarlığı yapan partilerden birisi daha var. Bilirsiniz başında bir Profesör var. Mevcut hükümetin çıktığı grubun diğer kanadı. Bir afiş hazırlamışlar. Kocaman. Bugün gördüm.

Cevizlibağ’dan yolu geçen herkesin görebileceği bir yerde. Afişte yazanlardan aklımda kalanları aynen yazıyorum:
Yeni anayasa yapmak bize yakışır, şimdilik Evet.

Ben bu afişten şunu anlıyorum: biz bu anayasanın olması gerektiğine inanmıyoruz. Yenisini yapmamız için bu milletin bize yetki vermesini istiyoruz. Şimdilik bu anayasayı destekliyoruz.

Böyle yazmışlar. Ohaaaa dedim. Yuuuh beeee. Bu kadar da saçma iş yapılmaz ki. Millet bu kadar da akılsız yerine konmaz ki.

Yahu hem olması gerektiği gibi olmadığını yazmışsınız afişinizde. Olması gerektiği gibi olanını yapmaya talip de oluyorsunuz. O zaman neden destekliyorsunuz, neden onaylıyorsunuz bu anayasayı kardeşiiiiim? Olması gerektiği gibi olmayan bir şeyi, yenisini yapmaya aday olduğun bir şeyi neden onaylıyorsun?

Bu afiş bile kendi içinde çelişkili değil midir? Bu insanlar bu kadar mı görmez bunları?

Şaşırıp kalıyorum.

12 Eylül Referandum - Tabii ki HAYIR

Gene ülke olarak kandırılmaya giden ve akılcı olmayan bir süreçten geçmek üzereyiz. 550 kişi vekil tayin edilmiş. Meclise gönderilmiş. Kendilerine diplomatik dokunulmazlığın yanında daha birçok olağanüstü yetki tanınmış. Ne için? Bu ülkenin insanlarının uyum içerisinde yaşamalarını sağlamaları için.

Bu adamların görevi bu. Meclisteki insanların asli görevi insanların uyum içerisinde yaşamalarını sağlamak.

Ama son günlerde ne yapıyorlar? Evet deyin, Hayır deyin. Birisi çıkmış manisini de yazmış. Sevdaları milletmiş de, kararları evetmiş de?

Yahu bu millete evet ya da hayır dedirtmeye çalışacağınıza neden evet ya da hayır denmesi gerektiğini anlatsanıza. Akıllı mantıklı insanlar gibi iş yapsanıza. Sebeplerini ortaya koysanıza. Ama yok siz insanlara geri zekalı muamelesi yapmayı tercih ediyorsunuz. Evet ya da hayır desinler, gerisini biz hallederiz.

Hani mecliste aranızda anlaşamadınız. Görevinizi yapmadınız. İnsanları iknaya çalışıyorsunuz. Hem de birbirini tutmayan bir sürü kandırmaca ile.

O anayasadaki kişisel özgürlüklere dokunan madde nedir öyle? Özel hayatın gizliliği nerede kaldı? Siz devlet kurumu olarak vatandaş üzerinde böyle bir otorite kuramazsınız ki?

Sonra anayasa mahkemesinin hakimlerini neden hükümet seçsin efendim? Zaten anayasanın görevi devlete karşı halkı korumak. Denetlenen devletin yürütme organı. Ama düşünsenize, yürütme organı olan hükümet, kendisini denetleyecek olan kişileri seçecek. Bırakın şimdi cumhurbaşkanı tarafından seçilecek mevzularını. Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında fark kaldı da sanki.

Bu demokrasi değil. Tam bir sivil faşizm girişimidir. Bu nedenle HAYIR.

Wednesday, August 11, 2010

Anayasa Referandumu

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI' NDAN
KAMUOYUNA DUYURU...

Türkiye’de toplumun kaygı verici ölçüde kutuplaşmaya sürüklendiği bu süreçte BİR TOPLUM SÖZLEŞMESİ olan anayasa değişikliği için olmazsa olmaz olan ASGARİ UZLAŞMA ortamı
sağlanmamıştır. Bu durum ANAYASAL GELENEKLERE aykırı olduğu gibi tamamen iktidar partisine ilişkin ÖZNEL nedenlere dayanmaktadır.

Bu süreç KATILIMCILIK ve ÇOĞULCULUKTAN uzak ve diğer siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine, meslek odalarına kısaca ULUSUMUZA DAYATMAYA dönüşmüştür.

Bu girişimin, Türkiye’de olağanüstü dönemler dışında İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ, ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ ve ADİL YARGILANMA HAKKI gibi en temel hak ve güvencelerin en ağır ve sistematik biçimde ihlal edildiği bir iktidar döneminde ve bu iktidar partisi tarafından başlatılmış olması kaygıları daha da artırmaktadır.

Türkiye’de YARGI BAĞIMSIZLIĞI’NI daha da güçlendirmek yönünde öncelikli ve zorunlu olarak yapılması gereken köklü REFORMLARA GEREKSİNİM varken, salt HSYK ve ANAYASA MAHKEMESİ gibi yargının üst kurumlarında yapısal değişikliğe gitmenin bir yargı reformu olarak tanımlanması olanaksızdır.

Siyasi iktidarın özellikle son yıllarda YARGI BAĞIMSIZLIĞI, KUVVETLER AYRILIĞI ve HUKUK DEVLETİ ilkeleri ile bağdaşmayan bir tavır içinde olduğu, YARGIYI kuşattığı ve Adalet Bakanlığı’nın HSYK’nın çalışmalarını bilinçli olarak engellediği kamuoyunca endişeyle izlenmektedir.

İktidar partisince dayatılan anayasa değişikliğinin amacı, kendisine ayak bağı olarak gördüğünü ifade ettiği yüksek yargı organlarını tasfiye etmek ve İKTİDARA BAĞLI BİR YARGI yaratmaktır.

Bu yöntemle ve bu amaca yönelik olarak yapılmak istenen anayasa değişikliği, KUVVETLER AYRILIĞI, YARGI BAĞIMSIZLIĞI ve Anayasanın 2. maddesindeki cumhuriyetin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez niteliklerinden olan HUKUK DEVLETİ İLKESİ ile bağdaşmamaktadır.

Yapılmak istenen, CUMHURİYETİN TEMEL NİTELİKLERİNİ ORTADAN KALDIRACAK VE ÜLKEYİ OTORİTER BİR YÖNETİM BİÇİMİNE GÖTÜRECEK OLAN BİR REJİM DEĞİŞİKLİĞİDİR. Eş söyleyişle DAYATILAN ANTİDEMOKRATİK UYGULAMALAR KURUMSALLAŞTIRILMAK İSTENMEKTEDİR. ANCAK BU REJİMİN ADI “DEMOKRASİ” OLMAYACAKTIR.

Siyasal İktidar, anayasa değişikliği paketi ile KUVVETLER AYRILIĞI sisteminden KUVVETLER BİRLİĞİ sistemine geçişi amaçlamaktadır. Böylece bağımsız olması gereken YARGI, yasamanın ve yürütmenin, dolayısıyla SİYASAL İKTİDARLARIN denetimine ve güdümüne girecek, HUKUK DEVLETİ olma niteliği ortadan kalkacaktır.

SONUÇ OLARAK; KATILIMCI ve ÇOĞULCU BİR SÜREÇ İÇİNDE GELİŞMEYEN, temel bir UZLAŞMAYA DAYANMAYAN ve bu nedenle MİLLİ İRADEYİ YANSITMAYAN böyle bir anayasa değişikliğinin ve bunun bütün olarak halkoylamasına sunulmasının, özünde yöntem olarak 12 Eylül Anayasasının hazırlanma ve kabul sürecinden hiçbir farkı yoktur. Bu şekilde yapılmak istenen bir halkoylaması süreci; gerçek anlamda halkın görüşünün sorulması değil, tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi bir dayatma ve aldatmaca olacaktır. Kısaca siyasi iktidar

ÖZGÜRLÜKLER VE HAKLAR ÜLKESİ YARATMAK İÇİN DEĞİL iktidarını daha da güçlendirmek, YARGI ERKİNİ VESAYET ALTINA ALMAK, ANTİDEMOKRATİK VE BASKICI BİR DÜZEN KURMAK İSTEDİĞİ İÇİN bu yönde değişiklik yapmak istemektedir. Bu değişikliğin gerçekleşmesi durumunda ne ANAYASANIN RUHU ve ne de DEMOKRASİNİN adı kalacaktır.

BU TEHLİKELİ GİDİŞE DUR DEMEK VE YAPILMAK İSTENENLERİN KARŞISINDA OLMAK SAĞDUYULU VE ÜLKESİNİ SEVEN HER VATANDAŞIN GÖREVİDİR.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

Saturday, June 5, 2010

Esnaflık ile ilgili

Bugün güzel havada iyi bir istanbul turu attım. iyi bisiklet sürdüm gene. yaklaşık olarak 92 km. yapmışım. kadıköy'de (fenerbahçe tarafında) adını hatırlayamadığım bir parkın yanındaki su bayisinden 1 adet 0,5 Lt su ile soda almak istedim. 2 TL dedi. su her yerde 0,5 TL, soda da öyle. neden böyle dedim. teker teker fiyatlarını sırdum. ikisi için de 1'er lira dedi.
hani lokantanın önüne çekilen arabaya göre hesap gelir ya. biraz öyle oldu.
ekipmanı tam olarak bisiklet süren birisi olarak kendimi kötü hissettim. neden böyle diye sorduğumda "bizde böyle" demez mi. ikisini de bıraktım. 50 metre ilerdeki bakkaldan aynı ürünleri 1,1 TL'ye aldım.

benzer bir durum bu dün geldi başıma. bu arada tarihlerden dün-bugün diye bahsediyorum. yazıyı yazdığım tarihi referans alın. biziklet gezisi sonrası yazıyorum işte.

dün diyordum. sirkeci'den balata temizleme spreyi alacağım. aynı ürünü aslında küçükçekmecede evime yakın bir yerden 5 TL'ye alabiliyorum. o anda gerektiği için sirkeciden almam gerekti. benim aldıım markadan farklı bir ürün vardı orada. ama onu da kendi aldığım yerden 8,5 TL'ye alabiliyorum. Sirkecide ise bir yer 15 TL dedi, bir yer 10 TL, başka bir yer 18 TL. almadım tabi. o kadar gerekli değildi.

de bu nasıl esnaflık yahu?
hani insanlarda zerre kadar dürüstlik kalmadı mı diye düşünürüm bazen. evet dürüst iş yapan gerçekten az galiba.

saygılar...

Tuesday, May 25, 2010

istanbul'un fethi: Istanbul'u Atatürk Fethetti.


Her sene 29 Mayıs'ta görkemli kutlamalar yapıyoruz. İstanbul'un fethini kutluyoruz. Evet gururluyuz bu konuda. 1453 senesinde Fatih Sultan Mehmet, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir harekat ile gemileri karadan geçirerek bir fetih gerçekleştirdi. Ancak bundan dana önemli bir olay var.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondroş Ateşkes Antlaşması sonrasında İstanbul, 13 Kasım 1918 günü işgal edilmiştir. 465 sene sonra İstanbul tekrar Bizans’ın hakimiyetine girmiştir. Fatih’in fethettiği İstanbul elden gitmiştir! Osmanlı, İstanbul’a sahip çıkamamıştır.

18 Kasım 1918 günü Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçmekte olan küçük bir teknede, savaş gemilerini gören yaverinin göz yaşlarını tutamadığını gören Çanakkale Savaşlarının Muzaffer Komutanı Mustafa Kemal “Geldikleri Gibi Giderler” diyerek yaverini teselli etmiştir. Yaveri ne bilsin komutanının kendisine söz verdiğini !

Kurtuluş savaşını takiben 6 Ekim 1923 günü İstanbul yeniden fethedilmiştir. İstanbul’u Atatürk Fethetmiştir.

Her sene 29 Mayıs’ta yapılan kutlamaların çok daha etkilisinin, çok daha güzelinin 6 Ekim’lerde de yapılması gerekir. Oysa 6 Ekimler sadece okullarda birkaç şiir okuması ile geçiştiriliyor. Bu büyük başarı yeterince takdir edilmiyor.

Neden yapılmıyor? Acaba Osmanlı’ya duyulan özlemin ifadesi olarak mı Osmanlı’nın büyük başarısı her sene hatırlanıyor? Osmanlı’nın büyük başarıları ya da başarısızlıkları bu yazının konusu değil. Bu nedenle konuyu dağıtmayacağım.

Lütfen Atatürk’ün büyük başarısını hatırlayalım, yaşatalım.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

Saturday, May 8, 2010

Bisiklet Yeşilliğe Zarar Veriyormuş !!!


Bugün başıma çok komik bir olay geldi. Avcılar'da göl kenarında Paşaeli Piknik Parkı vardır. İsme dikkatinizi çekerim “Piknik Parkı”. Bisiklet ile parkın içine girdim. Yeşillik alanda bisiklet sürüyorum. Güvenlik görevlisi uzaktan ıslık çalıyor, işaret ediyor. Bir süre sonra yanına gittim.

- Bisikletle yeşil alana girmek yasak.
- Bana bu konuda yazılı bir kanun gösterir misiniz?
- Kanun benim; yasak.
- Neden?
- Bisiklet, yeşil alanlara zarar veriyor...

Oha! Hadi herhangi bir park olsa anlayacağım da. İsme dikkat edin efendim “Piknik Parkı”. Parkta yeşilliklerin üzerinde mangal yakan, oturan, top oynayan, tepişen dünya kadar insan var. Bisiklet ile yeşillik araziye girmek yasakmış. Sadece park içerisindeki betonerme kısımlarda sürebilirmişiz. Orada bulunma sebebimi ve ne amaçla yeşillik içerisinde dolaştığımı anlattığım zaman ve kendimi tanıttığım zaman güvenlik görevlisi süt döküm kediye döndü. “Kanun benim” diyen adam “efendim müdürlerimiz bize böyle emrediyor, biz sizi uyarmak durumundayız, uyarsınız ya da uymazsınız, orası sizin bileceğiniz iş” demez mi.

Arazide bisiklet sürülmesini güvenlik görevlilerinin müdürleri istemiyormuş. Hatta kısa bir süre öncesine kadar bisikletler hiç giremiyormuş parkın içine. Vatandaş bizzat gidip avcılar belediyesine şikayette bulunmuş da yeşillik olmayan kısımlarda sürmek şartıyla izin vermişler.

Şehir içinde zaten bisiklet yolları yok. Piknik parklarında da saçmasapan, ne yaptığını bilmez uygulamalarla bisiklet sevgisini baltalıyorlar. Bir güvenlik görevlisini bizzat ikna ettim. Bundan sonra bisiklet sürenlere ses çıkarmayacaktır. Ama bu güvenlik görevlisinin bağlı olduğu şirkette çalışan daha dünya kadar başka güvenlik görevlisi biryerlerde yanlış uygulamalarda bulunmaya devam ediyor.

Bisiklet, çimlere zarar veriyormuş. Bak bak bak... nasıl bir akıl bu? Düpedüz aptal bunlar. Bir düşünürün güzel bir sözü var:

“Akılsız insanları hayatınızdan uzak tutun. Sizin neşenizi ve zamanınızı çalarlar.”

Ne yazık ki bizim günlük haytımızda, her yerde birçok akılsız insan var. Uzak durun efendim. Neşeniz ve zamanınız çok önemli.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

Monday, April 26, 2010

Üniversitelerin Gelişmeye Katkısı


Bir haftadır Avrupa’daki üniversiteleri araştırıyorum. Gelişmi Avrupa üniversitelerindeki okulların kuruluş yılları 1500’lü yıllar, 1600’lü yıllar iken ortalama ülkelerdeki üniversitelerin kuruluş zamanları 100 seneyi geçmiyor. Hatta çoğu daha yakın zamanlarda kurulmuş. Ve gelişmiş avrupa ülkelerinin üniversitelerine giriş koşulları, az gelişmiş ülkelerdekilere göre çok daha zor.
Bir ülkenin gelişmişliği ile üniversiteleri arasındaki doğru orantıyı gayet net bir şekilde gördüğümü ifade etmek istedim. Isveç, Norveç, Almanya gibi ülkelerin üniversitelerine girmek için en önemli kriter ingilizce bilgisi. Bu yazıyı okuyan herkese önerim:
1- İngilizce bilginizi olabildiğince ilerletin.
2- Üniversitede ya da lisede hatta ilköğretimde okuyan yakınlarınız için en çok ingilizce çalıştırın.
Çünkü pek de iyi olmayan eğitim sistemimizde birçok ders ile uğraşmak tamamen zaman kayıbı. Derslerinden yüksek notlar alan birçok kişi, bu yüksek notların hiçbir işe yaramadığının farkına vardığı zaman can sıkıntısı yaşayabiliyor. İyi bir ingilizce ile iyi bir avrupa ülkesinde burslu okumak mümkün.

Monday, April 19, 2010

Afrika Kültürü


Etyopya’yı, Sudan’ı nasıl bilirsiniz?
İlk aklınıza gelen zayıf, aç çocuklar mı oldu? Çok normal. Belgesellerde, haberlerde hep bunlarla karşılaşıyoruz. Bu akşamki belgeseli izleyene kadar ben de böyle düşünüyordum.

Trt 1’de Pazartesi akşamları saat 20:00’da iki haftadır belgesel seyrediyorum. Prime time. Birçok kişinin izlediği dizileri var. Saygıyla karşılamak lazım. Zihinlerini senaristlerin hiçbir amaca hizmet etmeyen boş senaryolarının ürünleri olan diziler ile doldurmak isteyenler de var tabi! Neyse konumuz bu değil. Sadede geleyim...

Belgeselde Nil nehri anlatılıyor. Bu haftaki konusu Nil nehrinin Antik Mısır’a hayat vermesine sebep olan ve her sene tekrarlanan büyük taşkın olayının arkası anlatılıyordu. Her sene kurak geçen bir dönemden sonra Nil vadisini su basıyor ve Mısır’a hayat getiriyordu. Nehir, beraberinde 140 milyon ton verimli toprak da taşıyordu. Halk bu suyun tanrıların armağanı olduğuna inanıyordu. Suyun kaynağını hiç öğrenemediler.

Bu haftaki belgeselde nehrin yukarısına, 4.000 km boyunca suyun kaynağına doğru yol aldılar. Bir yerde iki nehir birleşiyor. Birisi Beyaz Nil, diğeri Mavi Nil. Bu iki nehrin birleştiği yer Sudan’ın başkenti Hartum. 100’den fazla dilin konuşulduğu, 600 farklı kabilenin yaşadığı bir yer. Afrika’nın medeniyetler beşiği olarak anılıyormuş. Tamam yine ilkel bir yaşam sürüyorlar ilk bakışta ama Avatar’ı da izlerken dünyalılar, Pandora halkından ilkel diye bahsediyordu!

Önce Beyaz Nil’in kaynağına gidildi. Nehrin kaynağı, adına Sud (büyük engel) denen dünyanın en büyük bataklık alanı. Muazzem miktarda canlı çeşitliliği var. Bataklığın içindeki papirüs adacıkları habire yer değiştiriyor. Bu da su yollarının sürekli değişim göstermesine sebep oluyor. Papirüs adacıkları, papirüslerin köklerinin hareketi ile yer değiştiriyor. Bu bölgede yaşana 1 milyon civarında insan var. Sud bataklığı, yağmur mevsiminde, kurak mevsime göre kapladığı alanın 2 katına kadar büyüdüğü için burada yaşayan halk sürekli göçebe. Bu nedenle gelişememişler. Geçimlerini besledikleri ineklerden sağlıyorlar. İnekler onlara temel besin kaynakları olan süt ve kan sağlıyor! Evet bu insanların temel besin baynağı bu ikisi.
Yine Sud bölgesinde beyaz antilop diye bir tür yaşıyor. Kilometrekareye 1.000 adetten daha fazla sayıda antilop düşüyor. Büyük bir besin kanyağı. Sud bataklığı yağmurlarla beraber genişlediği zaman bu antiloplar da binlerce kilometre göç ediyorlar. Sular çekildiğinde tekrar geri dönüyorlar ve yeniden yeşeren geniş otlak alanlar sayesinde beslenebiliyorlar. Kısacası Sudan toplarkları çok zengin sulak araziler. Zihnimizdeki susuz, kurak araziler değiller.

Ancak Beyaz Nil’deki bu zengin su, Mısır’a taşınmıyor. Sud bataklığında kalıyor.

Gelelim Mavi Nil’e.

Mavi Nil’in yukarılarina gidildikçe kurak mevsimde su iyice cılızlaşıyor. Etyopya dağlarına gelindiğinde su sadece bölgede yaşayan canlıların su ihtiyacını zar zor karşılayacak kadar cılız bir hale gelmiş oluyor. Dağların yukarılarına çıkıldıkça 1800 metre rakımda Tana Gölü görülüyor. Bu gölün Mısır’da taşkın’a sebep olan o kadar çok suyun kaynağı olabileceği ihtimali insana gülünç geliyor...

Haziran ayında yağmurlar başlıyor. 3 ay buyunca yağış alan bölge tam bir tarım cenneti. Belgeseldeki o kareleri gördüğüm zaman gidip oralarda turistik gezi yapasım geldi. Avrupa’da Norveç gibi ülkelerin yeşilliği nasıl cennet gibi geliyorsa işte Afrika’nın ortasında, iç savaşlardan düzene girmeyen Etyopya da böyle bir yer. Tam bir tarım cenneti. Zaten geniş tarım arazileri var. Aynı zamanda Etyopya dağları için Afrika’nın su kaynakları deniyor.

3 ay boyunca yağan yağmurlar toprağa iyice işliyor. Gece sıcaklık, toprağa işleyen suyu donduracak kadar düşüyor. Volkanik dağlar, buz nedeni ile genleşerek parçalanıyor. Gündüz buzlar eriyor ve parçalanmış toprak yüzeyde kalıyor. Topraklar, dağlar suya doyup suyu ememez hale gelince, Tana gölü taşınca su akışı başlıyor mavi nil’e kurak zamana göre 50 kat daha fazla su akıyor. Antik Mısır’a hayat veren büyük taşkın barşlıyor. Su ile beraber verimli Volkanik dağlardan parçalanan yüzeydeki verimli 140 ton toprak da Mısır’a doğru taşınıyor.

İşte böyle hayat veriyor Kutsal Nil, AntikMısır’a.

Bu yazıyı yazarken Etyopya hakkında internette birkaç sayfaya daha bakarak birkaç satır okudum. İç savaşlar 1980’de başlamış. Ülkedeki siyasi durumlar o zamandan beri düzelmedi zaten. Amerika da sürekli yardım ediyormuş Etyopya’ya! Yardımın ne şekilde olduğu her halinden anlaşılıyor. Bir şekilde 30 senedir ülkenin kendini toparlayamaması için bilinçli olarak çaba harcadıklar konusunda bahse girebilirim. Çok akıllı insanlar bu Amerikalılar. Hayran olmamak mümkün değil. Orada da bir üs alanı belirlemişler kendilerine. Afrika’nın en sulak alanı. Tarıma en elverişli yeri. Her kıtada bir yer bulmuşlar. Ne diyim. Yemeyenin malını yerler. Onların yaptığı da sadece bundan ibaret.

Etyopya hakkında okuduğum yazılardan birisinin içindeki bir bilgiye de yer vereyim. Bir de inanılmaz güzel bir mutfak kültürleri varmış. Çok az malzemeye rağmen çok güzel, lezzetli yemekler yapabiliyorlar. Zaten medeniyetin ilk doğduyu yer olduğunu iddia edenler varmış. Zira en eski insan kemikleri Etyopya’da bulunmuş.

Orta okul ve lise Din Kültürü derslerinde İslamiyet tarihi ile ilgili bilgiler verilirken Habeşistan diye bir yerin adını duyarız. Merak etmişimdir neresidir diye. Günümüzün Etyopyası işte. İslamiyetin ilk doğduyu yerlerden birisi Habeşistan, şimdiki Etyopya. İlginç değil mi? Hiçbir okul kitabında, ders kitabında bu bilgiye rastlamamış olmam da ilginç. Belki de rastlamışımdır da hatırlamıyorumdur...

Konuyu fazla dağıtmadan yazıma son veriyorum.

İlgi ve alakanız için teşekkür ederim.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ.

Saturday, March 13, 2010

"Pi Günü" Kutlu Olsun


3,14159... Pi sayısı 14 Mart (3,14159.. olması sebebi ile) Pi Günü olarak kutlanıyor. Matematik bölümlerinde saat 1,59 anı Pi Anı olarak kutlanıyor. Ülkemizde ilk kez 2007 senesinde Odtü'de kutlanmıştır.

Wednesday, March 3, 2010

11880 Bilinmeyen Numaralar Servisi DEGIL



118 80

Son günlerde TV'lerde bir reklam dönüyor, belki siz de izlemişsinizdir...
Reklamdaki adam kadına soruyor:

"118'in yeni numarası neydi Birsen?"

Birsen de cevap veriyor adama... Hem de kelimelerin üstüne basa basa...
"80(Seksen), 118(yüz on sekiz) 80(seksen)"... Siz ne anladınız?
Allahaşkına söyleyin, siz ne anladınız bu reklamdan?

Vallahi ben ve evde benim gibi düşünen aile bireylerim, "Heee, demek ki
Telekom'un Bilinmeyen Servis numarası 11811'di ya... O numara
değişmiş, artık 11880 olmuş..." diye anladık...

Ama işin aslı öyle değilmiş...
O yüzden batsın sizin "80(Seksen)"iniz de,
"118(Yüz on sekiz) 80(seksen) " reklamınız da... Biz nerden bilelim
kardeşim o sihirli cümlelerinizin bizi yanıltacağını...


Neyse imdadımıza internet denilen "derya deniz, girmeyen keriz"
yetişiverdi acilen...Böylelikle bir gerçeği daha öğreniverdik...
Ütülmekten son anda kendimizi kurtardık... İşin aslı şuymuş...

Meğerse Türk Telekom'un tek başına verdiği 11811 hizmeti, Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından rekabete açılmış ve
Rehberlik Hizmeti İşletmecileri adı altında 27.08.2007 tarihinden bu yana
yaklaşık 8 firmaya yetki verilmiş...

Kısaca bu 8 firma, 118 Bilinmeyen Servis hizmeti vermeye başlamış...

Gerekli altyapı ve veriler toplanıp bu şirketlere aktarılıyor, onlar da
kendilerini arayan müşterilere ücreti karşılığında bu hizmeti
veriyorlarmış...

11880'in de reklamı böyle bir reklammış... Sahibi ise BN Elektronik
Haberleşme ve Telekomünikasyon Hiz. Tic. A.Ş. imiş...

İnternetteki fısıltı gazetelerine göre de bu şirket Yunanlılarınmış...

Bu konuda araştırma yapmak isteyenler için bu firmaların listesinin
bulunduğu internet adresini vereyim... Siz de bir inceleyin bakalım...

http://www.tk.gov.tr/doc/lisans/rehberlikhizmeti_isletmecileri_giris.htm

Şimdi o reklama benim gibi ilk anda kanan, onu Türk Telekom'un
numarasının değiştiğini zannedip de arayan benim saf
ve temiz amcalarımın, teyzelerimin, ablalarımın, ve bilcümle
akrabalarımın ve ülkemin insanlarının verdiği paralara ne olacak? Ya yüklü
yüklü telefon faturaları gelmeye başlarsa...

Çünkü sözkonusu reklamı izleyen herhangi bir insan bu konuda hiçbir
bilgiye sahip değilse, "Bilinmeyen Servis" numarasının sadece 118 80
olduğunu ve sadece bu numaradan aranıp öğrenebileceğini zannediyor...

Böyle şey olur mu?.. Bu reklamı ve reklam metnini hazırlayanlar sanki bu
numara Türk Telekom'a ait bir numaraymışçasına tüketiciyi yanıltan böyle
bir cümleyi neden kullandılar?

Türk Telekom bu reklamı görmedi mi? Neden o da çıkıp böyle bir reklam
hazırlamadı ve tüketiciyi bu konuda uyarmadı?

Tüketiciyi bu tür yanıltıcı reklamlardan koruyacak olan Reklam Kurumu,
Reklam ve Rekabet Kurulu, Tüketici Dernekleri, Bilgi Teknolojileri ve
İletişim Kurumu uyuyor mu?.. Bu reklamı incelemeleri ve gerekli
uyarıyı yapmaları gerekmez miydi?

Evet bu yazıyı bu satıra kadar okuyan siz okuyuculara...

Artık bundan böyle 8 tane Bilinmeyen Servis hizmeti veren şirketimiz
var... Artık karar sizin, ister bu şirketleri ararsınız, ister
aramazsınız... O sizin insiyatifinize kalmış...

Gerçi ben çok nadir de olsa 118 11 servisini kullanıyorum... Onu da
internetten kullanıyorum...

Benim artık daha fazla yabancı şirketlere verecek ne param var, ne de
pulum...

Bu şirketlere de sesleniyorum buradan...

Bakın!.. Benim ev ve cep telefon numaralarım rehberlerde görünmesin diye
hem Türk Telekom'da hem de hizmetini aldığım cep telefonu
şirketinde müracaatım vardı... Şayet siz 8 şirketten her hangi biriniz
benim bu telefon numaralarımı bir şekilde temin etmişseniz ve bunları bir
başkasına benim isteğim ve iradem dışı verirsiniz hakkınızda dava açarım
haberiniz olsun...

Ey siz okurlar, siz de bu konulardan haberdar olun, çevrenize bu haberi
yayın...

Her gün kaset kaset özel konuşmalar nasıl ortaya çıkıyor, milletin
telefonlarını nasıl dinliyorlar diye merak ediyordum... Özel telefon
şirketleri bu şekilde çoğalmaya devam ederse, ne özel mahremiyet
kalacak (zaten kalmadı), ne de telefonlarda doğru dürüst konuşmak...

Tuesday, March 2, 2010

Afrika Neden Yoksul?


Afrika denince aklınıza ne geliyor?

Sıcak, çöl, kum, siyah insanlar, zayıf insanlar, sefalet...
Belki belgesellerden aklınızda kalan filler, aslanlar, antiloplar, su içen antiloplara saldıran timsahlar da geliyor olabilir aklınıza.

Afrika dendiği zaman benim aklıma en çok zor yaşayan insanlar geliyor. Gelir seviyesi çok düşük olan, karınını doyurduğu zaman mutlu olan ve hayatta kalmaktan başka amacı olmayan insanlar imajı oluşmuş zihnimde. Biz hep böyle gördük afrikayı. Bize böyle gösterdiler.

Arkasında birsürü şey olabilir. Elmas madenleri nedeni ile belki de insanların burada bu seviyede yaşaması isteniyordur. Belki de dünyanın ihtiyacı olan ucuz insan gücüne kaynak olsun diye böyle kalması isteniyordur afrikanın. Bir de bu açıdan düşünün biraz...

BBC çok güzel bir çalışma yapmış. "Afrika Neden Yoksul" konul bir dizi yapmış. Kaynaklara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

Yazı
BBC Podcast Sayfası

Dizi 1. Bölüm
Dizi 2. Bölüm
Dizi 3. Bölüm (bu yazıyı yazdığımda henüz linkini verebileceğim durumda değildi)

Tuesday, January 26, 2010

istanbul 2010 kultur baskenti






Istanbul 2010 Kültür Başkenti etkinlikleri sırasında yaşanan kültürsüzlükten haberiniz var mıydı?
evendim, ben de birçok vatandaş gibi çeşitli mercilerden yapılan duyurulara aldanıp halka açık olan gösterileri izlemek için yağmurlu bir istanbul gününde sıcacık evden çıkıp haliçe gittim. etkinliklerin en görkemli hali orada olacaktı.

Etkinliklerin başlamasına 45 dakika kala alana eriştik. Girişte bir kalabalık. İlgi yoğun tabi. Dünya kadar hazırlık yapıldı. 3.000 kişilik platform yapılmıştı insanlar gösterileri izlesin diye. Girişe ulaştık. Güvenlik görevlileri var. ve Girişte insanlar yığılmış.

E tabi kimlik kontrolü yapılacak. Arama yapılacak. Normal şeyler bunlar.

Ama yook. O iş hiç de öyle değilmiş. Sadece davetiyesi olanlar girebiliyormuş içeri. Aaaaaaa ? Ne davetiyesi yahu? Nerden alıcaz davetiyeleri?

Güvenlik görevlilerinin ağzında sadece 1 cümle var: "Sadece davetiyesi olanlar girebilir. Bize öyle emir verildi." Papağan gibi aynı cümleyi tekrarlayıp durdular.

Ne bir yetkili ne de bir açıklama. Herkese açık diye reklamları yapılan, belki de birkaç milyon dolar harcama yapılarak hazırlanan etkinlikler sadece davetli bir grubun izlemesi için organize edilmiş oldu. En azından Haliç'tekiler böyle. Daha sonra Taksim'e geçip orada halka açık olan ateş gösterisini ve Tarkan Konserini izledik. Ama Haliç'teki mühteşem diye reklamı yapılan havai fişek gösterisini göremedik.

Fotoğraflara herşeyi anlatıyor.

Friday, January 8, 2010

Bu Nasıl Laik Yaşam?

Dayanıklı tüketim malları satan büyükçe sayılabilecek bir mağazanın muhasebe bölümüne telefon ile ulaşmam gerekti. Saat 12:30. Telefona cevap veren çalışan "Şu anda hiç kimse yok, cumadan sonra görüşebilirsiniz" diyor.
Garipsedim. İbadet, işyerlerindeki günlük yaşamda reklemı yapılacak birşey değildir. Nüfusunun büyük çoğunluğunun nüfus kağıdında İslam yazan bir ülkede yaşıyoruz ama kaç k işi gerçekten müslüman?
Camiler dolup taşıyor. Peki insanların ne kadarı birbirine güveniyor? Ne kadar güven verecek şekilde yaşıyoruz? Apartmanlarda yaşayan büyük çoğunluğumuz komşularının kaçını tanıyor? Nerede kaldı "komşusu açken tok yatan bizden değildir" güzel hadis'i şerif'i? Tanımadığınız insanın aç olup olmadığını bilebilir misiniz?

Birbirini hiç tanımayan insanların birbirine ne kadar yardım ettiğini biraz izleyin. Sokakta insanları gözleyin biraz. %99'u müslüman olan bir ülke böyle mi olmalı?

Bu mu şimdi İslam'a uygun yaşamak?

Göstermelik yaşar oldu bu ülkenin insanları. İşini layıkı ile yapanların sayısı da gün geçtikçe azalıyor. Sosyal toplum içerisinde işini olmadı gerektiği gibi yapmayanların sayısı arttıkça o toplumun ilerlemesi, yükselmesi mümkün değildir.

Çocuklar, yarının büyükleri. Büyük bir kısmının okul başarıları çok kötü. Onların orada bulunmalarının asli sebebi okumak. İlim-irfan sahibi olmak. Orada olma amacını yerine getirenlerin sayısı gittiçke azalıyor.

Arkanıza dönüp bakıverin. Çocukların karne dönemlerindeki konuşmalara bakın. Özellikle lise döneminde büyük bir kısmının karnelerinde çok sayıda zayıf vardır. Ve bu konu toplumda gülünen konulardan birisi haline geldi. Normal gibi karşılanıyor.

Sorumluluk duygusu bu şekilde gelişir mi?
Ders başarısı düşük olan öğrencinin iş başarısının yüksek olması beklenir mi?

Ülkemi çok seviyorum. Umutsuz değilim. Gelecek mutlaka daha iyi olacak. Ama son 30 senelik geçmişin ülkemizi çok da kalkındırmadığı görüşündeyim.

Hiçbir çöküş sonsuza kadar sürmez. Elbet dibe vurulur ve sonra yükselme başlar.

Değişmeyen tek şey değişimdir inancıyla umudum güçlenmeye devam ediyor :)

Sunday, January 3, 2010

1 Ocak 2010 - Köprüde Bisiklet'e KGS

Senenin ilk günü hava güzeldi. Ben de günü bisiklet üstünde geçirdim. Güzel bir gezi oldu olmasına ama köprüden geçebilseydim daha iyi hissedecektim.
Hani izin verilmemesini anlıyorum ama görevli eşliğinde geçebilirdim.
Nereden baksanız 30 dakika uğraştım köprüden geçmek için. Görevli polislerden yardım istedim.
Polislerden birisi "KGS alacaksınız" dedi :) Bunu diyen trafik polisi.
Köprü muhafızlarının altında araç olduğ halde ve o araçla beni rahatlıkla karşıya geçirebilecekleri halde "otobüse mi binersin, kamyona mı binersin, bir çare bul. bu şekilde geçemezsin" diyorlar.
Tamam anladık, yasak. Ortada bir problem var. Ama çözüm de olsa...
Neyse, geçemedim köprüden. Emirgan'a gittim sonra. Uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımdan birisi ile uzun uzun sohbet ettik.
Güzel gündü...

Bilelim Hatırlayalım

Çok hoşuma giden bir maili paylaşmak istedim.

Türkiye'deki icraatlarının unutulmaması ve bakar körlerin gak guk etmemesi için Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'nin Türk siyaset tarihindeki bazı ilklerini hatırlatmakta yarar görüyorum:
*1- İlk defa bir Başbakan "Tezkere geçmezse memura maaş ödeyemeyiz." dedi
*2- İlk defa ekonomi büyürken işsizlik arttı.
*3- İlk defa carî açık verilirken döviz kuru arttı.
*4- İlk defa bir Başbakan zam isteyen memura "İMF'yi ikna edin " dedi.
*5- İlk kez ithalat 100 milyar doları aştı.
*6- İlk kez cari açığın üstünde borçlanma yapıldı
*7- İlk kez Yunan Kilise Bankası Türkiye' de banka satın aldı.
*8- İlk defa domuz, kesimlik hayvanlar arasına alındı
*9- İlk defa düşük faizli dış borç, yüksek faizli iç borç ile ödendi.
*10- İlk defa bir Başbakan ve Dışişleri Bakanı, islamiyeti yok etmeye yemin eden bir Papa'nın heykeli önünde fotoğraf çektirdi.
*11- İlk defa bir Başbakan "Toprak satılıyorsa alıp götürmüyorlar ya!" dedi.
*12- İlk defa bir cami kiliseye çevrildi.
*13- İlk defa kilise ve havralar imar planında yer aldı.
*14- İlk defa bir Başbakan Yahudi düşünce kuruluşundan " Üstün Cesaret(!) Ödülü" aldı.
*15- İlk defa Türk askerinin başına ABD güçlerince çuval geçirildi.
*16- İlk defa bir Başbakan "Bir dönem dini kullandık " dedi.
*17- İlk defa petrol kanunu ile yabancılara elli yıllık imtiyaz
verildi.
*18- İlk defa yabancı rantiyecilere vergi muafiyeti tanındı.
*19- İlk defa iletişim sektörünün tamamı yabancıların eline geçti.
*20- İlk defa tezkere reddedilmesine rağmen Dışişleri Bakanlığı genelgesi ile silahlar Türkiye üzerinden geçti.
*21- İlk defa bir Başbakan İslam dünyasının sınırlarını değiştirecek BOP'un eş başkanı oldu.
*22- İlk defa bir Başbakan, Müslüman topraklarını işgal eden ABD askerlerinin evlerine sağ salim dönmeleri için dua ettiğini açıkladı.
*23- İlk kez İsrailli bir işadamına çok gizli bir şekilde 800 milyon dolar kaynak aktarıldı.
*24- İlk defa bir Başbakan yapılan ihalede önce uçak istedi; ama sonra Mercedes'e razı oldu.
*25- İlk defa fındık üreticileri en büyük mitingi yaptı.
*26- İlk defa bir Başbakan Türkiye'yi pazarladığını açıkça itiraf etti.
*27- İlk defa tarımsal üretimde dış ticaret açığı ortaya çıktı.
*28- İlk defa bir Başbakan çiftçilere "Gözünü toprak doyursun." dedi..
*29- İlk defa kapkaç diye bir sektör ortaya çıktı.
*30- İlk defa zina suç olmaktan çıktı.
*31- İlk defa bir Başbakan en fazla yurt dışı gezisi yaptı.
*32- İlk defa bir Başbakan "Borç yiğidin kamçısıdır." diyerek borçlanmayı bir başarı olarak gösterdi.
*33- İlk defa enflasyon % 10 artarken pancar fiyatları 99 kuruştan 88 kuruşa indi.
*34- İlk defa çiftçi ve emekliden vergi alınması sözü verildi.
*35- İlk defa bir Başbakan Danışmanı Amerikalılara Başbakan için "Bu adamı kullanın, onu rogara süpürmeyin." dedi.
*36- İlk defa GSMH artarken KDV tahsilatı yerinde saydı.
*37- İlk defa bir Başbakan TMSF katkısıyla bu kadar çok TV ve gazete yönlendirdi.
*38- İlk defa Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı misafir olarak gelen bir kralın ayağına gitti. Hem de 10 Kasım günü...
*39- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ÇİFTÇİYE " ANANIDA AL GİT!" DEDİ.
*40- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ŞEHİT ZİYARETTİNDE "ASKERLİK YAN GELİP YATMA YERİ DEĞİLDİR." DEDİ
*41- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN 300 METRELİK GEMİYE "GEMİCİK" DEDİ.
*42- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN, "GAZETELERİNİ OKUMAYIN TELEVİZYONLARINI AÇMAYIN." DEDİ.
*43- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNEN İNSANLARI DİNSİZLİKLE SUÇLADI.
*44- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN İÇİN CUMHURİYET MİTİNGLERİ YAPILDI.
*45- İLK DEFA BİR HALK KENDİ LAİKLİĞİNDEN VE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN KORKTU.
*46- İLK DEFA ATA'MI ANLIYORUM.
Bu hızla Tayyip Erdoğan bu dönemde ülkemizdeki her şeyi özelleştirmiş olacak.
İşbu ya özelleştirmeye ve satmaya kafayı takmış olan başbakanımız en sonunda kendisini özelleştirir mi?
*- Türk Telekom, Arap'ın.
*- Telsim İngiliz'in.
*- Kuşadası Limanı İsraillinin.
*- İzmir Limanı Hong Konglunun.
*- Araç muayene işi Alman'ın.
*- Başak Sigorta Fransız' ın.
*- Adabank Kuveytli' nin.
*- İETT Garajı Dubaili' nin.
*- Avea Lübnanlı' nın.
*- Petkim? Ermeni' nin. ( Kazak'a sattık, dediler. Kazağı bir çıkardık Ermeni...)
*- Rakı, Amerikalı' nın.
*- Finansbank Yunan'ın.
*- Oyakbank Hollandalının.
*- Denizbank Belçikalının.
*- Türkiye Finans Kuveytlinin.
*- TEB Fransız'ın.
*- Cbank İsraillinin.
*- MNG Bank Lübnanlının.
*- Alternatif Bank Yunan'ın.
*- Dışbank Hollandalının.
*- Şekerbank Kazak'ın.
*- Yapı Kredi'nin yarısı İtalyan'ın.
*- Turkcell'in yarısı Finli'nin Rus'un.
*- Beymen'in yarısı Amerikalının.
*- Enerjisa' nın yarısı Avusturyalının.
*- Garanti' nin yarısı Amerikalının.
*- Eczacıbaşı İlaç, Çek'in.
*- İzocam, Fransız'ın.
*- TGRT (Fox) Amerikalı'nın.
*- Demirdöküm Alman'ın.
*- Döktaş Fransız'ın.
*- Süper FM Kanadalı'nın.
Hepsi TÜRK'tü, bir zamanlar tabi. Sadece 5,5 yıl önce.(Yani AKP hükûmetinden önce.)
Önemli! Borla çalışan araba üretildi, Türkiye kıskaçta. Arabayı BOR madeniyle çalıştıracak patentli altı yüz proje olduğu ortaya çıktı. Türkiye, dünya rezervinin yüzde yetmişinine sahip.

*AYDIN İNSAN; ARAŞTIRIR, YARGILAR VE SONUCA VARIR.
CAHİL, YOBAZ İNSAN; DUYAR, GÖRÜR VE HÜKME VARIR.
YA BİR YOL BUL YA BİR YOL AÇ YA DA YOLDAN ÇEKİL!