Sunday, September 28, 2008

İnsanların Birey Olması



Diziler ile ilgili yazımı yazarken ayrıca değinmek istediğim bir konu olan insanların birey olması konusuna değineceğim.

Sıkıcı bir yazı olmasını istemem ama şimdi biraz ilkokul ve ortaokul sıralarına gidelim ve biraz tanım yapalım.

Birey, terim anlamı ile toplumun en küçük birimidir. Dolayısı ile bireyin bireyselliği toplum ile ilişkilidir. Bir yerde bireyden bahsedilmesi için orada toplumun olması gerekir.
Toplum ise bir arada yaşayan bireylerin sosyal ilişkiler kurarak, uyum içerisinde yaşamlarını devam ettirdikleri oluşumdur.

Bu tanımları yapma ihtiyacı duydum çünkü üzerilerinde konuşacağız. Üzerinde konuştuğumuz, bahsini ettiğimiz şeyin ne olduğunu bilmek gerekir diye düşünüyorum.

Efendim, bireylerin toplum içerisinde sosyal ilişkiler kurarak uyum içerisinde yaşamasından bahsettik yukarıdaki tanımlarımızda. Nedir bu sosyal ilişkiler? Bu sorunun cevabı o kadar da zor değil ama biraz düşünmenizi rica edeceğim. Soysal ilişki deyince ne gelir aklınıza?



Hadi sizi fazla zorlamadan ben devam edeyim.
Fırıncı Halil amca sizin için ekmek üretir.
Ayakkabıcı Hüseyin amca sizin için ayakkabı diker.
Bakkal Mehmet efendi sizin için mandıradan peynir getirir.
Terzi Veysel amca sizin için elbise diker.
Öğretmen Filiz hanım çocuklarınızı eğitir.
Siz yaptığınız sigortacılık işinde bireylere güvence sağlarsınız…

Ne demek istediğimi anlatabilmişimdir diye düşünüyorum. Her bireyin toplumda bir görevi vardır. Bir şeyler yaparak toplum için hizmet eder. Toplum için bir şey yaparak hem görevini yerine getirir hem de vicdanı rahat bir birey olarak huzur içinde yaşar.

İnsanların mutlu olması ancak topluma hizmet ettikleri zaman mümkündür. Büyük düşünür ve yazar Gothe’nin de dediği gibi
“insan kendisini ancak insanda bulur”.

Bu nedenle çalışmak, toplum için bir değer üretmek, birey olarak kimseye ihtiyaç duymada topluma bir şeyler vererek ayakta durmak iyidir. Topluma verdikleri karşısında sosyal ilişkilerle toplumdan bir şeyler alarak tek başına ayakta durmak iyi bir şeydir.

Bir sonraki yazımda birey ve aile kavramını işleyeceğim.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

Dizilere Sansür Yolda !!! Toplum nereye gidiyor?


Başbakanlığa bağlı bir birim olan Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün çalışmasını tesadüfen radyoda duydum. Diziler incelemeye alınmış. Bilgisayarımın başına geçer geçmez konu ile ilgili küçük bir araştırma yaptım. http://www.medyakafe.com/haber.php?haber_id=8261 sitesinde bulduğum habere göre bahsi geçen birim dizileri içeriklerine göre incelemiş. Sözüm ona dizilerdeki karakterler ve dizilerin senaryoları topluma kötü örnek oluyormuş. Özellikle üzerinde durdukları konu karakterlerin boşanmaları ve kendi ayakları üzerinde durmaları ya da cinsel ihtiyaçlarını rahatça gidermeleri gibi konular olmuş. Bugün bu konunun incelemesi yapılıyorsa yarın öbür gün senaryolara müdahale edilirse hiç de sürpriz olmayacaktır.

Adını vermek istemediğim bazı kanallardaki toplumu karamsarlığa ve umutsuzluğa iten yayınlar, tüm ulusal kanallarda gösterilmeye başlarsa hiç şaşmayacağım.
Bir iki hafta öncesine kadar arabesk müziğinin üç büyük isminden birisinin eşinden ayrıldığı ve eşinin sırf geçim sıkıntısı derdine başını açarak bir televizyon programı için çalışacağı haberlerini hepimiz takip ettik. Bahsi geçen hanım efendinin muhafazakâr televizyon kanallarında yapılan yayınlarda dizilerde rol aldığını biliyoruz. Hayatına bu şekilde de devam edebilir ama kendisi ayrılırken özel hayatını reklam malzemesi olarak kullanıp reytingini arttırma amacında olabiliyor. Sonra mülakatlar veriyor. Kelimesi kelimesine hatırlamasam da hatırladığım kadarı ile sözleri aşağı yukarı şöyleydi: “aslında ben geçim sıkıntısı nedeni ile başımı açıp çalışmaya hiç de meraklı değilim. Ben evimde ibadetimi yapıp sakin sakin yaşamayı tercih ederim.” Ne güzel.

Muhafazakar kanallarda yapılan yayınların karakterlerinin amacı genel olarak böyle oluyor. Ben hiçbir şeye karışmayayım. Çalışmayayım, üretmeyeyim, topluma – insanlığa hiçbir değer kazandırmadan sadece ibadetimi yaparak yaşayayım.

İbadetlerin en güzeli çalışmaktır. Üretmektir. Topluma hizmet etmektir. Okumaktır, öğrenmektir, öğretmektir.

Şimdiki dizilerde insanların çalışıp kendi ayakları üzerinde durması, mecburiyetlerle hayatlarına devam etmeyip özgür iradelerini kullandıkları için suçlanması kabul edilemez. Topluma hizmet etmeye yönelik bir davranış değildir. İnsanları pasifleştirmeye, düşünmeden, konuşmadan, görmeden, duymadan yaşamaya alıştırma çabasıdır.

Daha yazmak istediğim çok şey var ama fazla uzun makaleler okunmuyor. Yazmak istediklerimin devamını bir başka makalede, insanların birey olması başlığı ile işleyeceğim.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Lütfen yorumlayın, eleştirin. Düşüncelerinizi paylaşın.
Böylece hep beraber görüşlerimizi dile getirmiş oluruz. Sadece bilgi almaktan öte yorum yaparak kendimizden birşeyler katmış oluruz.

Dizilere sansür ve yasaklamalar ile ilgili bu yazımın sonunda YouTube'un da 5 Mayıs 2008 tarihinden beri halen yasaklı olduğunu hatırlatmak isterim.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

Wednesday, September 24, 2008

Zaman kaybı.

23.09.2008 14:30
Askerlik şubesinde sıra bekliyorum. Adını vermemeyi tercih ederim. Nasıl olduysa askerlik terhis belgemi kaybettim. Yeni başlayacağım iş için gerekli olan evraklar arasında bu belge de var.
Askerlik şubesinin girişinde bir kalabalık. Askere alma zamanı olduğu için birçok kişi içeri girmek istiyor. Ama kapıdaki askere içeri kimseyi almaması emredilmiş. Sadece askerlik ile ilçesi aynı olanları alıyorlar. İçeri girdim. Danışmadan numara almam gerekiyor. Ancak numara bitmiş. İçerde öyle bir kalabalık var. Danışmadaki asker gayrı ciddi bir tavırla muhtemelen astsubay olan komutanını arıyor ve benden önce gelmiş olan iki kişi için sıra numarası bittiğinden dolayı ne yapabileceğini soruyor. Başka bir işlem için numara alsınlar deniyor. Ona göre numara alınıyor. Benim için de “yerli asker” grubundan işlem yapılmak üzere numara verildi. İçeri girdim. Nasıl bir kalabalık var. Ayakta bekleyenler bir sürü.
Şubenin girişinde ve bekleme salonundaki birçok yerde cep telefonu kullanımı yasak diye uyarılar olmasına rağmen içerdeki insanlar cep telefonları ile bir yerleri arayıp duruyor. O kalabalıkta seslerini duyurabilmek için bağırarak konuşuyorlar. Bir askerlik şubesine yakışmayacak haller.
O kalabalıkta görebildiğim tek yetkili olan asteğmen rütbeli askere durumumu izah etmeye çalışıyorum. Son derece laubali bir konuşma şekli ve ses tonu ile “sıranı bekle” diyor. Ben yedek subayım. Rütbem Teğmen. Hatta 2004 aralıkta terhis olduğumu hesap edersek belki de Üsteğmen oldum. Rütbem ondan daha yüksek. Ama burada onun tartışmasını yapmanın hiçbir anlamı yok. Sivilim. Sivillere bu şekilde davranamaz. Biz de geçtik yollardan. Bize sivillere nasıl davranacağımız öğretildi. Eğitimi veriliyor bunun. Ama uygulaması nerede? Herhangi bir olağanüstü durumda bu adamla aynı cephede olduğumu düşünebiliyor musunuz? Nerede kaldı birlik?
Alandaki en yüksek rütbeli asker asteğmenimin davranışını gördükten sonra ortalığın düzensizliğinin sebebini çok rahat anlayabiliyorum. Sıra numaramı beklemeye karar veriyorum ama 5 dakika geçmesine rağmen numaratördeki bir tane bile numara ilerlemiyor. Zaman çok değerli. Bir başçavuşa durumumu izah ediyorum. Bana yardımcı oldu ve işimi hallettim.
Bu akşam ( 24.09.2008 ) liseden arkadaşlarımla iftar yaptık. Olayı kısaca anlattım. İstanbul’daki başka bir askerlik şubesinde terhis belgesi almak için başka bir arkadaşım 2 gün harcamış. Bu adam öğretmen. Memlekete hizmet ediyor. 2 gün çok değerli bir zaman dilimi. Nasıl bu şekilde heba edilir?
Bir başka arkadaşım numaratörlerden bahsetti. Evet var. Ama kullanılmıyor ki. Bir başka arkadaşım İstanbul dışında askerlik yapmıştı. Bir askerlik şubesinde kısa dönem askerlik yaptı. Onlarda da numaratör varmış. Ama çalışmıyormuş ki?
Kısacası bir şeyler var. Düzenleyici bir sistem var ama uygulanmıyor. Yürütmede sorun var. Devlet yönetimindeki yürütme organının çok çalışması gerekiyor…

Metrobüs'te Büyük Tehlike !!!

Metrobüs projesinin güvenlik ile ilgili dikkatimi çeken kısımlarından birisi doraklardaki ciddi tehlike. Tüm duraklar proje gereği E-5 ya da diğer bir adıyla D-100 karayolunun tam ortasında. Bu karayolunun en hızlı şeritleri durakların her iki yanından yüksek hızlarla yol alıyor.
Araçlar zaman zaman saatte 120 hatta 150 kilometreyi geçen hızlarda gidiyor. Durakların yanından geçiyor. Bu hızla giden bir aracın kontrolünü kaybedip duraktaki insanların üstüne uçması olasıdır.
Nitekim havaalanı kavşağı mevkiinde bir kumaş kamyonu metrobüs yoluna devrilmiştir. Böyle bir hadise durakların yanında olursa felaketi düşünebiliyor musunuz?
Basit bir matematiksel hesapla belli bir süratin üzerindeki bir hızla giden bir aracın kinetik enerjisinin 4 adet çelik telden oluşan bariyeri aşabileceği görülebilir.
O halde yapılması gereken iş bellidir. Durakların olduğu yerdeki metrobüs yolu ile araç trafiğini daha etkili bir şekilde ayırmak gerekir.
Bunun nasıl olacağını işin uzmanları düşünsün. Daha yüksek ve çok daha dayanıklı birşey olmalı. Daha yüksek çelik direkler gibi. Çok geç olmadan, böyle bir olayı tecrübe etmeden bir an önce bu tedbir alınmalıdır. İlerde bir gün böyle bir olay yaşanırsa "büyük talihsizlik" gibi tedbirsizliği, ihmali başka başka tanımlara uydurmaktan kurtuluruz.

Metrobüs istasyonlarının kalitesi

21 eylül 2008 pazar günü. Mecidiyeköy'e metrobüs ile geldim. Yağmurlu bir hava. Metrobüs istasyonunun akbil gişelerinin olduğu yerde su birikintileri var. Yağmurun çok az yağmış olmasına rağmen oldukça merdivenlerden akan suyun yanı sıra basamakların başlangıcının üst kısmına denk gelen kısımdan su damlıyor.
İstasyon yapılırken oraya yağmur da yağabileceği düşünülmedi mi acaba? Ya da düşünüldü ama işin bir an önce bitirilmesi gerektiği kaygısı ile acaba ihmal mi edildi?
Bu durumlar beni ister istemez düşündürüyor. 77 günde tamamlanmış olunması ile övünülen proje acaba ne kadar kaliteli yapıldı? Bu kadar paranın yatırıldığı bu projenin ömrü ne kadar uzun? İşi yapan taşeron firmalar ne kadar yeterliydi? Yine kısıtlı sürede hizmet ömrü tamamlanacak bir projeye mi yatırıldı bu kadar kaynak?
Bu soruların sayısı artabilir. Olayın birçok boyutu var. Bu projede iş alan, sorumluluğu olan firmalar işi yapmak için yeterli miydi yoksa tanıdık eşe dosta mı verildi birçok iş?
İşler yapılırken kalite kontrolleri ne kadar iyi yapıldı?
Tamamlandı denen projenin birçok istasyonunda insanları yağmurdan ya da güneşten koruyacak hiçbir şey yok. Birçoğunun giriş ve çıkışlarındaki merdivenler çok dar. Özellikle sabah ve akşam saatlerinde merdivenleri inip çıkmak dert olabiliyor. Yine üst geçitlerin korkulukları standart değil. Birçoğunun kokuluk olması gereken yerinde kaynaklarla tutturulmuş tel çitler var.

Saturday, September 20, 2008

Daha neler göreceğiz

19 eylül Cuma akşamı. Saat 20. Mecidiyeköy'de koskocaman nt kitap evinin açılmasını bekliyorum. Personel iftar yapıyor. Yemek yedikten sonra lütfedip hizmetlerine devam edecekler.
Burası 2008 yılı Türkiye’si. Ben saat 19:45'ten beri kapının önündeki görebildiğim 12 kişi ile beraber kültürel ürünler satan bu mağazadan ihtiyacımızı temin edeceğiz.
Nasıl iştir bu? İnsanların ibadet etmesi bu kadar da gösterilmez ki!
Nt kitap evleri kime ait acaba?

Satın alacağım ürün bir başka yerde olsa gidip alacağım. Ama gelin görün ki o akşam lazım. Ve gideceğim yer de kitap evine yakın olduğu için gidip nt kitapevinden alayım dedim. Demez olaydım. Tam saat 20:10'a kadar bekledim. Bir de kapının önünde o kadar bekleyen insanlar içeri girdikten sonra sevecen yüz ifadeleri ile “yemeğinizi de yediniz, afiyet olsun” diyorlar. Durumu kabullenmişler. Bu zihniyet böyle devam ettiği sürece daha çok hakkı yenir bu milletin. Ben kapıdan girerken ilk rastladığım görevliye “bu milleti burada bu kadar bekletiyorsunuz yazık değil mi? Bu kadar insan bu kadar zaman bekletilmez ki!” Diye tepki gösterdim. Benden başka ses çıkaran da olmadı.

Bu durum bana cumhurbaşkanlığı binasının girişini korumakla görevli insanların şu anki cumhurbaşkanı görevine başladığı zamanki ilk ramazanın ilk iftarını hatırlattı. Güvenlik görevlileri dahil bina girişi bomboş. Koskocaman Türkiye Cumhuriyeti’nin reisi cumhurunu korumakla görevli ve bu görevleri için maaş alan insanlar ( ki aldıkları maaşlar vergilerini ödeyen bizlerin cebinden çıkıyor ) görevleri başında değiller. İbadetlerini yapmaya gitmişler.
Kimsenin ibadetine karışmak hakkımız değil tabi ama önce görev yapılır. Önce iş yapılır. Sonra ibadet yapılır. Zaten çalışmak en büyük ibadettir. Çünkü ibadet kişisel bir şey olup insanın sadece kendisi ile ilgilidir. Çalışmak ise, yapılan iş ise toplumun tamamı ile ilgilidir. İnsanın topluma karşı vazifesini yapmasından ibarettir. Bu nedenle insanların reklam yapa yapa, şov yaparcasına ibadet etmelerini esefle kınıyorum.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

Tuesday, September 16, 2008

web sitesi engellemelerine dair


http://www.richarddawkins.net/


bu sitenin neden engellendiğine dair herhangi bir fikri olan var mı acaba?
Sayfaya girdiğiniz zaman gördüğünüz yazı kocaman bir bildiri. Bu siteye erişim mahkeme kararı ile engellenmiştir.
Neden?
ne karar tarihi var ne de karar numarası. Nasıl mahkeme kararı bu? Bazı otoriteler kendilerine verilen yetkileri keyiflerine göre kullanıyorlar gibi görünmeye başladı son günlerde. Koskocaman youtube'un 5 mayıstan beri kapalı olması başlı başına bir olaydır. Bu şekilde engelci zihniyetle, yasaklamalarla nereye varılabilir ki? Eninde sonunda engellenenler, engelleyenlerin rahatını bozacaktır.

Yazılarıma daha sıklıkla devam edeceğim.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ