Monday, December 29, 2008

Üst Geçit İhtiyacı...


Bursa yolundayım. Altınova'dan sonra yolda çok fazla su birikintileri var. Sabah 4:15'te yola çıktık. 7 civarı. Yağmur yağıyor. Yol öyle bir yapılmış ki yağın yağmur suyu akmıyor. Biriken sular aracı yoldan dışarı atmaya yetecek kadar çok olabiliyor.
Ayrıca aynı yol üzerinde üst geçit yok. İnsanlar yolun ortasında bulunan bölücü yolu aşmak için basamak yapmışlar.

Bursa'nın kocaman sanayisi var. Sanayisi o kadar büyük olan Bursa'da hiç mi kimse görmüyor yolun o kısmında üst geçitlere ihtiyaç olduğunu?

Montunuz Düştü...


Minibüs ile cevizlibağ'dan zeytinburnuna gidiyordum. Atatürk öğrenci yurdu yakınlarında yürüme hızı ile ilerliyoruz.
Kaldırımda yürürken telefon ile konuşan bir genç bayanın çantasına asılı olan montu yere düştü. Olayı gören 5-6 kişi olduğu halde hiç birisi genç bayanı uyarmadı. Bayanın yanından geçerken şoför beyden kapıyı açmasını rica edip bayana montunun düştüğünü söyledim.
Yüzündeki bir anlık minnet ifadesi görülmeye değerdi.
Bu yazıyı aynı minibüste yazıyorum. Paylaşma ihtiyacı duydum.
Ne oluyor bize?
Nedir bu umursamazlık?
Nerde kaldı milletçe bir olma duygusu?
Neden bu kadar umursamaz oluyoruz?
Bu kültürel değişim neden?
Ben bu olayı cumhuriyetimizin 85. Yıl kutlamalarını yaptığımız 29 ekim 2008 günü yaşıyorum.
Çok basit bir olay belki ama milletçe birlik olmaya ne kadar ihtiyacımız olduğunun basit göstergelerinden birisidir.
Günlük hayatımızın tamamında her an görülüyor bu umursamazlık.

Sunday, December 28, 2008

Mobil İnternet Deneyimim...


Gsm hattı olarak Vodafone kullanıyorum. Metrobüs ile Avcılar’dan Mecidiyeköy'e giderken faturalarımı ödemek istedim. Yol boyunca hem işimi halledecek hem de iyi bir mobil bağlantı testi yapmış olacaktım. Garanti Bankası cep şubesine giriş yapıp ödemelerimi yapmaya başladım. İncirli durağına kadar birçok ödememi yapmıştım ve işlemlerime başarılı bir şekilde devam ediyordum. Bu gerçekten çok keyif vericiydi. Yol boyunca birçok baz istasyon değiştirmiş olmama rağmen işlemler kesilmeden devam ediyordu. Taa ki Merter’e gelene kadar. Bağlantı problemi nedeni ile işlemimin yapılamadığına dair hata mesajı aldım.
Mobil bağlantı üzerinden birçok işimizi yapabiliyoruz belki ama halen yeterli hale gelemedik.
Bu yazıyı yazma amacım herhangi bir kötüleme yapmak değil kesinlikle. Kısa bir süre öncesine kadar bu kadarını da yapamıyorduk.
Yazımın amacı halen iyileştirmelerin yapılması gerektiği doğrultusundaki görüşümü paylaşmak; Görüşümü destekleyen tecrübemi anlatmak.
İşlemleri yaptığım mobil cihaz hp ipaq 514. Pili tam dolu ve herhangi bir bağlantı sorunu yaşamama sebep olacak hiçbir arızası bulunmuyor.
Bağlantının kesilmediği mobil internet günlerini tez zamanda yaşayabilmek dileği ile...

Saygılarımla,
Reyhan Yılmaz.

Monday, November 17, 2008

Nasıl Bir Oda İsterdiniz?


Doğuya bakacak, pencerede perde olmayabilir. Yüksek bir binada. 10 kat ve üstü. Ya da şehir dışında. Manzarasından hem orman görünsün hem de deniz.
Odanın tavan yüksekliği mümkünse 3 metre ya da fazlası. en az 2,70 olmalı. Alanı 25 m2 ve üstü.
Odanın Yerler tahta. Kızıl renki cilalı. Halı, kilim v.s. yok. Yalın ayak yürünebilecek sadece tahta parke.
Uyumak için yer yatağı. Pencereler ahşap ve çift katlı camlı.
Çok konforlu olmayan sertçe bir çalışma koltuğu. yüksekliği ayarlanabilir.
Yüzeyi üzerine birşey koymadan kağıda tükenmez kalem ile yazılmasına izin verecek kadar düzgün olan Tahta bir masa. 4 Ayaklı, olabildiğince basit ama sağlam, dayanıklı. Sallanmasın.
Üstünde ışık şiddeti ayarlanabilen bir masa lambası. Okurken ya da yazarken kullanılacak.
Masanın kenarında küçük bir laptop. Mailleşmek ve internet işlerini halletmek için. Günde en fazla 1-2 saat kullanılmak üzere.
Çok iyi marka (B&O gibi) bir müzik sistemi. 2 ya da 2+1 hoparlör olabilir. Klasik müzik çalmak için.
Kapılarında ayna olan 2-3 kapılı elbise dolabı. mümkünse duvara gömülü.
Odada ayağa kalktığım zaman boyumu (1,70m) geçecek yükseklikte hiçbirşey olmamalı.

kısaca böyle.

Friday, October 24, 2008

Trendleri Takip Etmek

1970'li senelerde ABD'de bilgisayarlar özellikle iş amacıyla yoğun olarak kullanılmaya başlandığı zamanlarda dünyadaki en büyük bilgisayar şirketlerinden birisi olan Digital Equipment Corporation (DEC) başkanı Kenneth Olsen 1977 senesinde

*"İnsanların evlerinde bilgisayar bulundurmaları için herhangi bir neden göremiyorum."

demişti. DEC, tüm stratejilerini bu cümle üzerine kurdu ve koskocoman bir dünya devi yavaş yavaş eridi gitti. Bugün DEC markalı ya da tam adı ile "digital" markalı bilgisayarlar kullanamıyoruz.

Aynı senelerde IBM stratejilerini belirlerken "her eve bilgisayar girecek" öngörüsüne inandı.
Sonuç olarak birçoğumuz kişisel bilgisayar dendiği zaman ya da ilk kişisel bilgisayar dendiği zaman IBM markası ile özdeşleştirir olduk.

Bugün hepimizin bilgisayarlarında var olan Windows işletim sistemi, Linux'un bazı sürümleri ile karşılaştırıldığında Windows, açık ara geride kalır.

Sun Microsystems'in Solaris ( http://tr.sun.com/practice/software/solaris/get.jsp ) işletim sistemi, Windows'a göre çok üstündür.

Macintosh'un MAC OS işletim sistemi, Windows'un fikir babasıdır ve kusursuz çalışır.

Ancak Bill Gates'in dahice stratejileri ile sonuç ortada.
Dünyadaki tüm bilgisayarların %87'sinde windows işletim sistemi çalışıyor.

Bir ürünün sadece iyi olması yeterli değildir. Tanıtımlarının da iyi yapılması gerekir.

Yapılan iş her ne olursa olsun stratejileri belirlerken trendleri iyi takip etmek gerekiyor.

Çağımız Bilgisayar çağı. "İnternet Yaşamdır" diye bir slogan var.
Yapılan işlerde interneti etkili kullanmamak ile DEC'in stratejisini benimsemek birbirinden çok farklı olmaz.

Şirketler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, geçmişte ne kadar büyük başarılar elde etmiş olurlarsa olsunlar inetrnetteki varlıklarına önem vermezlerse, bu konu ile alakalı yeterli çalışmaları yapmazlarsa hatırlanmaları kolay olmayacaktır.

Ürünleri iyi olmasa da rakipler gerekli çalışmaları yapıyor ve sürekli göz önünde olabilmeyi sağlıyorlarsa eninde sonunda insanların tercihleri değişecektir.

DEC
http://en.wikipedia.org/wiki/Digital_Equipment_Corporation

IBM
http://en.wikipedia.org/wiki/IBM

Sunday, October 5, 2008

Zaman yetmiyor mu? Size 4 saat versem !!!


“Evet, yetmiyor.” dediğinizi duyar gibiyim.
Günümüz şehirde yaşayangillerinden olarak ben de bu yazıyı yazıyor olmama rağmen bazen şikayet etmemiş değilimdir zamanın yetmemesinden. Hepimiz en az bir defa olmak üzere, hatta gerçekte birçok defa zamanın yetmemesinden şikayet ederiz.
İyi ama zamanı yetenler, zamanının iyi kullanıp işlerini yetiştirenler nasıl yaparlar bu işi?
Onların 1 günleri 24 saat değil de 36 saat midir? Hayır onların 1 günü de 24 saat.
Nasıl geçer bu 24 saat? Öncelikle insan olarak hepimizin ortak ihtiyaçları var. Yaşamak için uyumak, beslenmek, dinlenmek ihtiyaçlarımız var. Kişiden kişiye değişse de ortalama 6-8 saat arasında hepimiz uyuyoruz. Her gün 8 saat uyusak ( ki çoğunlukla 6 saat oluyor bu ) 16 saatimiz kalır. Bu 16 saatin 10 saatini iş için kullansak. Hadi trafik, gecikmeler. Biraz artabilir belki ama 10-11 saat civarında iş için harcansa kalan süremiz 5-6 saat. Bu 6 saatlik zaman diliminin 2 saatini yemek yemek ve temizlik ihtiyaçlarımız için kullanıyor olsak koskocaman 4 saatimi kalır.
Bu 4 saat bizim. İstediğimiz gibi kullanmakta özgürüz.

Ne yapılmaz ki 4 saatte?
Kitap okusanız en yavaş okuma hızıyla 60-80 sayfa arasında okuyabilirsiniz.
Spor yapsanız 1 ayda forma girersiniz.
Ders çalışsanız üstün başarılı öğrenci olur, hayatınızı değiştirebilirsiniz.
Yeni bir dil öğrenmek için çalışabilirsiniz. En geç 6 ayda derdinizi anlatabilecek hale gelirsiniz.
Bu 4 saat çok değerli. Hatta hafta içi 5 gün süreyle hafta sonu yapmak zorunda olduğunuz bir şey varsa ve her gün bu 4 saatlik zamanlarda hafta sonunda yapmanız gereken zorunlu işler için bir şeyler yapsanız toplam 20 saat biriktirmiş olursunuz.

Hatta 6 günde bir gün kazanabiliyorsunuz. Bu koca zaman diliminde neler yapılmaz ki?
Uzun zamandır sevdiğiniz bir insanı mı görmüyorsunuz? Buyurun size bonus zaman.
Hep gitmek istediğiniz bir yer var ama bir türlü gidip gezemediniz mi? 1 gününüz var. Gidin görün.

Görüyoruz ki zamanımızı iyi planlarsak istediğimiz birçok şeyi yapabiliriz. Yeter ki çok değerli olan ve hepimizin sahip olduğu bu zaman denen kavrama doğru önemi verelim.

Günlük 4 saatlerimizi almak isteyen o kadar çok talip var ki.

Prime Time. 19:00 – 23:00 arası kaç saat? :)

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

Thursday, October 2, 2008

insanın kişisel özgürlik alanı ve metrobüsün içi


Metrobüs ile ilgili bu kadar dış mekan fotoğrafı çekip içinden bahsetmemek olmazdı.
Özellikle sabah saatlerinde insanların akrabalık derecelerinin en çok yakınlaştığı, hatta insanların birbirlerini diğerlerinin neredeyse içinde hissettiği bir yoğunluk var.
Bir toplu taşıma aracı ancak bu kadar kalabalık olabilir.
Her otobüs adeta kocaman bir balık konservesi.
Bu kalabalık akşam saatlerinde de aynı.

Bunun kişisel özgürlükle ne alakası vardır diye soracak olursanız kısaca bahsedeyim. Her insanın kolunu uzatıp kendi etrafında döndüğü zaman kapladığı alan kadar kişisel özgürlük alanı vardır. Bu alanın içine başka bir insan girdiği zaman kendisini içgüdüsel olarak kendisini tedirgin hisseder.

Otobüslerdeki bu olağanüstü kalabalık, kişisel özgürlük alanlarımızı o kadar çok ihlal ediyor ki bu hakkımızdan çoktan vazgeçmiş durumdayız. Hatta birçoğumuz bu hakkın varlığından bile haberdar değiliz. Birçok hakkımızın varlığından haberdar olmadığımız gibi.

Canım Türkiye’mde yaşayan bir birey olarak tehtid altında olan o kadar çok hakkımız var ki. Aklıma gelenlerden birkaçını hızlıca sayıvereyim:

sağlıklı beslenme hakkı
sağlıklı yaşama hakkı
eşit eğitim alma hakkı
adaletin herkese eşit uygulanması hakkı
sokaklarımızda güvenle, huzur içinde gezebilme hakkı

bu ve daha birçok hakkımız ya elimizde alınıyor ya da çoktan alınmış bile.

Maslow'un ihtiyaçlar piramidi geldi aklıma.

Dikkati çekmek istediğim konu, temel haklarımız o kadar farkında olmadan elimizden alınıyor ki biz susmaya alışıyoruz, bir şekilde hakkımızın ne olduğunu bile unutuyoruz.

Biraz daha bilinç.

Bayramda Metrobüs Durağı




Ramazan Bayramı'nın 1. günü. 30 Eylül 2008 Salı saat 17:49. Yer Avcılar Metrobüs istasyonu.
Kalabalığa dikkatinizi çekmek istedim. bu kadarcık alan, bu yolcu yoğunluğunu kaldırır mı? Kaldırmaz. Otobüse binmeye çalışan insanların yoğunluğu bir yana, o insanların geldiği ve gittiği otobüs ve minibüslerin yoğunluğu apayrı. diğer fotoğraflardan alandaki kargaşayı rahatlıkla görebilirsiniz.

Bu yazımda çok yazmayacağım. Fotoğraflar gayet iyi anlatıyor.
Bu fotoğrafların çekildiği yer, birkaç saat sonra çok daha kalabalık oluyor. Yanyoldaki trafik, yüzlerce metre boyunca kilitleniyor.

Bu yazıları yazmamın amacı hizmetleri küçümsemek değil. Evet birşeyler yapıldı. Eskiden 1,5 - 2 saatte gidilemeyen yolları yarım saatte gidebilmek güzel birşey. Ancak daha planlı olması gerekir. İlk duraklara daha geniş alan lazım. Bir iş yapılırken başka biryeri bozmak zorunda değil. Metrobüsün yoğunluğu, minibüslerin durakları ilk istasyon çevresini çekilmez kılıyor.

Bu duruma bir çözüm düşünen var mı acaba?

Tiyatro Bileti


Bugün (01.10.2008) arkadaşlarımla beraber bayram ziyaretleri yaptıktan sonra yazın son güzel günlerini yaşarken biraz dolaşmak üzere kendimizi dışarı attık.
Yolumuz Küçükçekmece'de Cennet Kültür Merkezi'nin önünden geçiyordu. Neler varmış acaba diye bakalım dedik. Ekim ayı içerisinde güzel tiyatro oyunları var. Birisi ilginizi çekti ve daha detaylı bilgi almak üzere içeri girdik. Oyunun tarihi ve saati belli. Bilet fiyatları çok makul. Bari bilet alalım dedik. Hoş daha 2 haftadan fazla zaman var ama olsun. Şimdiden planlayalım.

Ama o da ne?
Biletleri ancak oyunun olduğu gün gişeden alabilirmişiz. Peki gişe sabah saat kaçta açılıyor? 9:30'da. Oyun hafta içi. Millet işe gidiyor. Akşam iş çıkışı ancak yetişilecek oyuna. Sabahtan iş olduğu için bilet almak mümkün değil.
Nasıl işletmeciliktir bu?
Kamunun uygulamaları niye böyle şaşırtıyor bizi?
Çok mu zor birşeydir tarihi, saati ve bilet fiyatları belli olan bir oyunun biletlerini önceden satmak?

Sunday, September 28, 2008

İnsanların Birey Olması



Diziler ile ilgili yazımı yazarken ayrıca değinmek istediğim bir konu olan insanların birey olması konusuna değineceğim.

Sıkıcı bir yazı olmasını istemem ama şimdi biraz ilkokul ve ortaokul sıralarına gidelim ve biraz tanım yapalım.

Birey, terim anlamı ile toplumun en küçük birimidir. Dolayısı ile bireyin bireyselliği toplum ile ilişkilidir. Bir yerde bireyden bahsedilmesi için orada toplumun olması gerekir.
Toplum ise bir arada yaşayan bireylerin sosyal ilişkiler kurarak, uyum içerisinde yaşamlarını devam ettirdikleri oluşumdur.

Bu tanımları yapma ihtiyacı duydum çünkü üzerilerinde konuşacağız. Üzerinde konuştuğumuz, bahsini ettiğimiz şeyin ne olduğunu bilmek gerekir diye düşünüyorum.

Efendim, bireylerin toplum içerisinde sosyal ilişkiler kurarak uyum içerisinde yaşamasından bahsettik yukarıdaki tanımlarımızda. Nedir bu sosyal ilişkiler? Bu sorunun cevabı o kadar da zor değil ama biraz düşünmenizi rica edeceğim. Soysal ilişki deyince ne gelir aklınıza?



Hadi sizi fazla zorlamadan ben devam edeyim.
Fırıncı Halil amca sizin için ekmek üretir.
Ayakkabıcı Hüseyin amca sizin için ayakkabı diker.
Bakkal Mehmet efendi sizin için mandıradan peynir getirir.
Terzi Veysel amca sizin için elbise diker.
Öğretmen Filiz hanım çocuklarınızı eğitir.
Siz yaptığınız sigortacılık işinde bireylere güvence sağlarsınız…

Ne demek istediğimi anlatabilmişimdir diye düşünüyorum. Her bireyin toplumda bir görevi vardır. Bir şeyler yaparak toplum için hizmet eder. Toplum için bir şey yaparak hem görevini yerine getirir hem de vicdanı rahat bir birey olarak huzur içinde yaşar.

İnsanların mutlu olması ancak topluma hizmet ettikleri zaman mümkündür. Büyük düşünür ve yazar Gothe’nin de dediği gibi
“insan kendisini ancak insanda bulur”.

Bu nedenle çalışmak, toplum için bir değer üretmek, birey olarak kimseye ihtiyaç duymada topluma bir şeyler vererek ayakta durmak iyidir. Topluma verdikleri karşısında sosyal ilişkilerle toplumdan bir şeyler alarak tek başına ayakta durmak iyi bir şeydir.

Bir sonraki yazımda birey ve aile kavramını işleyeceğim.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

Dizilere Sansür Yolda !!! Toplum nereye gidiyor?


Başbakanlığa bağlı bir birim olan Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün çalışmasını tesadüfen radyoda duydum. Diziler incelemeye alınmış. Bilgisayarımın başına geçer geçmez konu ile ilgili küçük bir araştırma yaptım. http://www.medyakafe.com/haber.php?haber_id=8261 sitesinde bulduğum habere göre bahsi geçen birim dizileri içeriklerine göre incelemiş. Sözüm ona dizilerdeki karakterler ve dizilerin senaryoları topluma kötü örnek oluyormuş. Özellikle üzerinde durdukları konu karakterlerin boşanmaları ve kendi ayakları üzerinde durmaları ya da cinsel ihtiyaçlarını rahatça gidermeleri gibi konular olmuş. Bugün bu konunun incelemesi yapılıyorsa yarın öbür gün senaryolara müdahale edilirse hiç de sürpriz olmayacaktır.

Adını vermek istemediğim bazı kanallardaki toplumu karamsarlığa ve umutsuzluğa iten yayınlar, tüm ulusal kanallarda gösterilmeye başlarsa hiç şaşmayacağım.
Bir iki hafta öncesine kadar arabesk müziğinin üç büyük isminden birisinin eşinden ayrıldığı ve eşinin sırf geçim sıkıntısı derdine başını açarak bir televizyon programı için çalışacağı haberlerini hepimiz takip ettik. Bahsi geçen hanım efendinin muhafazakâr televizyon kanallarında yapılan yayınlarda dizilerde rol aldığını biliyoruz. Hayatına bu şekilde de devam edebilir ama kendisi ayrılırken özel hayatını reklam malzemesi olarak kullanıp reytingini arttırma amacında olabiliyor. Sonra mülakatlar veriyor. Kelimesi kelimesine hatırlamasam da hatırladığım kadarı ile sözleri aşağı yukarı şöyleydi: “aslında ben geçim sıkıntısı nedeni ile başımı açıp çalışmaya hiç de meraklı değilim. Ben evimde ibadetimi yapıp sakin sakin yaşamayı tercih ederim.” Ne güzel.

Muhafazakar kanallarda yapılan yayınların karakterlerinin amacı genel olarak böyle oluyor. Ben hiçbir şeye karışmayayım. Çalışmayayım, üretmeyeyim, topluma – insanlığa hiçbir değer kazandırmadan sadece ibadetimi yaparak yaşayayım.

İbadetlerin en güzeli çalışmaktır. Üretmektir. Topluma hizmet etmektir. Okumaktır, öğrenmektir, öğretmektir.

Şimdiki dizilerde insanların çalışıp kendi ayakları üzerinde durması, mecburiyetlerle hayatlarına devam etmeyip özgür iradelerini kullandıkları için suçlanması kabul edilemez. Topluma hizmet etmeye yönelik bir davranış değildir. İnsanları pasifleştirmeye, düşünmeden, konuşmadan, görmeden, duymadan yaşamaya alıştırma çabasıdır.

Daha yazmak istediğim çok şey var ama fazla uzun makaleler okunmuyor. Yazmak istediklerimin devamını bir başka makalede, insanların birey olması başlığı ile işleyeceğim.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Lütfen yorumlayın, eleştirin. Düşüncelerinizi paylaşın.
Böylece hep beraber görüşlerimizi dile getirmiş oluruz. Sadece bilgi almaktan öte yorum yaparak kendimizden birşeyler katmış oluruz.

Dizilere sansür ve yasaklamalar ile ilgili bu yazımın sonunda YouTube'un da 5 Mayıs 2008 tarihinden beri halen yasaklı olduğunu hatırlatmak isterim.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

Wednesday, September 24, 2008

Zaman kaybı.

23.09.2008 14:30
Askerlik şubesinde sıra bekliyorum. Adını vermemeyi tercih ederim. Nasıl olduysa askerlik terhis belgemi kaybettim. Yeni başlayacağım iş için gerekli olan evraklar arasında bu belge de var.
Askerlik şubesinin girişinde bir kalabalık. Askere alma zamanı olduğu için birçok kişi içeri girmek istiyor. Ama kapıdaki askere içeri kimseyi almaması emredilmiş. Sadece askerlik ile ilçesi aynı olanları alıyorlar. İçeri girdim. Danışmadan numara almam gerekiyor. Ancak numara bitmiş. İçerde öyle bir kalabalık var. Danışmadaki asker gayrı ciddi bir tavırla muhtemelen astsubay olan komutanını arıyor ve benden önce gelmiş olan iki kişi için sıra numarası bittiğinden dolayı ne yapabileceğini soruyor. Başka bir işlem için numara alsınlar deniyor. Ona göre numara alınıyor. Benim için de “yerli asker” grubundan işlem yapılmak üzere numara verildi. İçeri girdim. Nasıl bir kalabalık var. Ayakta bekleyenler bir sürü.
Şubenin girişinde ve bekleme salonundaki birçok yerde cep telefonu kullanımı yasak diye uyarılar olmasına rağmen içerdeki insanlar cep telefonları ile bir yerleri arayıp duruyor. O kalabalıkta seslerini duyurabilmek için bağırarak konuşuyorlar. Bir askerlik şubesine yakışmayacak haller.
O kalabalıkta görebildiğim tek yetkili olan asteğmen rütbeli askere durumumu izah etmeye çalışıyorum. Son derece laubali bir konuşma şekli ve ses tonu ile “sıranı bekle” diyor. Ben yedek subayım. Rütbem Teğmen. Hatta 2004 aralıkta terhis olduğumu hesap edersek belki de Üsteğmen oldum. Rütbem ondan daha yüksek. Ama burada onun tartışmasını yapmanın hiçbir anlamı yok. Sivilim. Sivillere bu şekilde davranamaz. Biz de geçtik yollardan. Bize sivillere nasıl davranacağımız öğretildi. Eğitimi veriliyor bunun. Ama uygulaması nerede? Herhangi bir olağanüstü durumda bu adamla aynı cephede olduğumu düşünebiliyor musunuz? Nerede kaldı birlik?
Alandaki en yüksek rütbeli asker asteğmenimin davranışını gördükten sonra ortalığın düzensizliğinin sebebini çok rahat anlayabiliyorum. Sıra numaramı beklemeye karar veriyorum ama 5 dakika geçmesine rağmen numaratördeki bir tane bile numara ilerlemiyor. Zaman çok değerli. Bir başçavuşa durumumu izah ediyorum. Bana yardımcı oldu ve işimi hallettim.
Bu akşam ( 24.09.2008 ) liseden arkadaşlarımla iftar yaptık. Olayı kısaca anlattım. İstanbul’daki başka bir askerlik şubesinde terhis belgesi almak için başka bir arkadaşım 2 gün harcamış. Bu adam öğretmen. Memlekete hizmet ediyor. 2 gün çok değerli bir zaman dilimi. Nasıl bu şekilde heba edilir?
Bir başka arkadaşım numaratörlerden bahsetti. Evet var. Ama kullanılmıyor ki. Bir başka arkadaşım İstanbul dışında askerlik yapmıştı. Bir askerlik şubesinde kısa dönem askerlik yaptı. Onlarda da numaratör varmış. Ama çalışmıyormuş ki?
Kısacası bir şeyler var. Düzenleyici bir sistem var ama uygulanmıyor. Yürütmede sorun var. Devlet yönetimindeki yürütme organının çok çalışması gerekiyor…

Metrobüs'te Büyük Tehlike !!!

Metrobüs projesinin güvenlik ile ilgili dikkatimi çeken kısımlarından birisi doraklardaki ciddi tehlike. Tüm duraklar proje gereği E-5 ya da diğer bir adıyla D-100 karayolunun tam ortasında. Bu karayolunun en hızlı şeritleri durakların her iki yanından yüksek hızlarla yol alıyor.
Araçlar zaman zaman saatte 120 hatta 150 kilometreyi geçen hızlarda gidiyor. Durakların yanından geçiyor. Bu hızla giden bir aracın kontrolünü kaybedip duraktaki insanların üstüne uçması olasıdır.
Nitekim havaalanı kavşağı mevkiinde bir kumaş kamyonu metrobüs yoluna devrilmiştir. Böyle bir hadise durakların yanında olursa felaketi düşünebiliyor musunuz?
Basit bir matematiksel hesapla belli bir süratin üzerindeki bir hızla giden bir aracın kinetik enerjisinin 4 adet çelik telden oluşan bariyeri aşabileceği görülebilir.
O halde yapılması gereken iş bellidir. Durakların olduğu yerdeki metrobüs yolu ile araç trafiğini daha etkili bir şekilde ayırmak gerekir.
Bunun nasıl olacağını işin uzmanları düşünsün. Daha yüksek ve çok daha dayanıklı birşey olmalı. Daha yüksek çelik direkler gibi. Çok geç olmadan, böyle bir olayı tecrübe etmeden bir an önce bu tedbir alınmalıdır. İlerde bir gün böyle bir olay yaşanırsa "büyük talihsizlik" gibi tedbirsizliği, ihmali başka başka tanımlara uydurmaktan kurtuluruz.

Metrobüs istasyonlarının kalitesi

21 eylül 2008 pazar günü. Mecidiyeköy'e metrobüs ile geldim. Yağmurlu bir hava. Metrobüs istasyonunun akbil gişelerinin olduğu yerde su birikintileri var. Yağmurun çok az yağmış olmasına rağmen oldukça merdivenlerden akan suyun yanı sıra basamakların başlangıcının üst kısmına denk gelen kısımdan su damlıyor.
İstasyon yapılırken oraya yağmur da yağabileceği düşünülmedi mi acaba? Ya da düşünüldü ama işin bir an önce bitirilmesi gerektiği kaygısı ile acaba ihmal mi edildi?
Bu durumlar beni ister istemez düşündürüyor. 77 günde tamamlanmış olunması ile övünülen proje acaba ne kadar kaliteli yapıldı? Bu kadar paranın yatırıldığı bu projenin ömrü ne kadar uzun? İşi yapan taşeron firmalar ne kadar yeterliydi? Yine kısıtlı sürede hizmet ömrü tamamlanacak bir projeye mi yatırıldı bu kadar kaynak?
Bu soruların sayısı artabilir. Olayın birçok boyutu var. Bu projede iş alan, sorumluluğu olan firmalar işi yapmak için yeterli miydi yoksa tanıdık eşe dosta mı verildi birçok iş?
İşler yapılırken kalite kontrolleri ne kadar iyi yapıldı?
Tamamlandı denen projenin birçok istasyonunda insanları yağmurdan ya da güneşten koruyacak hiçbir şey yok. Birçoğunun giriş ve çıkışlarındaki merdivenler çok dar. Özellikle sabah ve akşam saatlerinde merdivenleri inip çıkmak dert olabiliyor. Yine üst geçitlerin korkulukları standart değil. Birçoğunun kokuluk olması gereken yerinde kaynaklarla tutturulmuş tel çitler var.

Saturday, September 20, 2008

Daha neler göreceğiz

19 eylül Cuma akşamı. Saat 20. Mecidiyeköy'de koskocaman nt kitap evinin açılmasını bekliyorum. Personel iftar yapıyor. Yemek yedikten sonra lütfedip hizmetlerine devam edecekler.
Burası 2008 yılı Türkiye’si. Ben saat 19:45'ten beri kapının önündeki görebildiğim 12 kişi ile beraber kültürel ürünler satan bu mağazadan ihtiyacımızı temin edeceğiz.
Nasıl iştir bu? İnsanların ibadet etmesi bu kadar da gösterilmez ki!
Nt kitap evleri kime ait acaba?

Satın alacağım ürün bir başka yerde olsa gidip alacağım. Ama gelin görün ki o akşam lazım. Ve gideceğim yer de kitap evine yakın olduğu için gidip nt kitapevinden alayım dedim. Demez olaydım. Tam saat 20:10'a kadar bekledim. Bir de kapının önünde o kadar bekleyen insanlar içeri girdikten sonra sevecen yüz ifadeleri ile “yemeğinizi de yediniz, afiyet olsun” diyorlar. Durumu kabullenmişler. Bu zihniyet böyle devam ettiği sürece daha çok hakkı yenir bu milletin. Ben kapıdan girerken ilk rastladığım görevliye “bu milleti burada bu kadar bekletiyorsunuz yazık değil mi? Bu kadar insan bu kadar zaman bekletilmez ki!” Diye tepki gösterdim. Benden başka ses çıkaran da olmadı.

Bu durum bana cumhurbaşkanlığı binasının girişini korumakla görevli insanların şu anki cumhurbaşkanı görevine başladığı zamanki ilk ramazanın ilk iftarını hatırlattı. Güvenlik görevlileri dahil bina girişi bomboş. Koskocaman Türkiye Cumhuriyeti’nin reisi cumhurunu korumakla görevli ve bu görevleri için maaş alan insanlar ( ki aldıkları maaşlar vergilerini ödeyen bizlerin cebinden çıkıyor ) görevleri başında değiller. İbadetlerini yapmaya gitmişler.
Kimsenin ibadetine karışmak hakkımız değil tabi ama önce görev yapılır. Önce iş yapılır. Sonra ibadet yapılır. Zaten çalışmak en büyük ibadettir. Çünkü ibadet kişisel bir şey olup insanın sadece kendisi ile ilgilidir. Çalışmak ise, yapılan iş ise toplumun tamamı ile ilgilidir. İnsanın topluma karşı vazifesini yapmasından ibarettir. Bu nedenle insanların reklam yapa yapa, şov yaparcasına ibadet etmelerini esefle kınıyorum.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

Tuesday, September 16, 2008

web sitesi engellemelerine dair


http://www.richarddawkins.net/


bu sitenin neden engellendiğine dair herhangi bir fikri olan var mı acaba?
Sayfaya girdiğiniz zaman gördüğünüz yazı kocaman bir bildiri. Bu siteye erişim mahkeme kararı ile engellenmiştir.
Neden?
ne karar tarihi var ne de karar numarası. Nasıl mahkeme kararı bu? Bazı otoriteler kendilerine verilen yetkileri keyiflerine göre kullanıyorlar gibi görünmeye başladı son günlerde. Koskocaman youtube'un 5 mayıstan beri kapalı olması başlı başına bir olaydır. Bu şekilde engelci zihniyetle, yasaklamalarla nereye varılabilir ki? Eninde sonunda engellenenler, engelleyenlerin rahatını bozacaktır.

Yazılarıma daha sıklıkla devam edeceğim.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ